CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİNDE COĞRAFİ ÖGELER
Prof. Dr. Emrullah Güney
Dicle Üniversitesi
Cumhuriyet döneminde, 1920’lerden günümüze, yurt coğrafyasının genişliğinde çok sayıda şiir yazılmıştır. Öğretmen, avukat, çiftçi, kaymakam, işçi, vali, yayıncı, avukat…Yaşadığı beldeyi, yöresini şiirle dile getirmişlerdir. Bunlar bir anlamda yurt güzellemesidir. Okumayı öğrenen ilkokul öğrencisi, önce bunlarla karşılaşır ders kitaplarında. Yurdu sevmenin, yaşanılan topraklara ilgi duymanın ve yöresellikten ülkeselliğe geçişte bu şiirlerin önemli yardımı olur.
Öğretmen Özbek İncebayraktar yurt genelinde sevginin şiirini yazıyor.
Edirne’de bayrak bayrak çalkandım,
Ardahan’da göğüslere kalkandım,
Erzincan’da yanardağdım, volkandım,
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem
Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem !
Erzurum7da dadaşın var, bar’ın var;
Erciyes’te bulut bulut karın var;
Silifke’nde portakalın, narın var;
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem
Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.
Mekik mekik, renk renk halı dokunur;
Ispartalım saçına gül sokunur.
Sana aşkım, seni benden sakınır;
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem
Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.
Selimiye, Dolmabahçe, Hisarlar,
“Bu ülkeye Türk mührünü basanlar”
Kal’aların, destan destan susanlar
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem
Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.
Antalya’da duygularım çağlaşır,
Anamur’da “Kıbrıs” deyi ağlaşır,
Manavgat’ta köpük köpük çağlaşır
Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem
Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.
Ömer Nida Bıçakçı bozkırlarımızın engin gönüllü ağacını şiirinde dillendiriyor.
Bir alıç bilirim Anadolu’da
Dallarında yüzlerce adak
Yolcular geçer önünden
Yayan yapıldak
Ulu bir ağaç olsa diyorum
Gölgesine uzanıp yatsak
Eğilse dalları üstümüze
Yaprakları hışırdayarak
Umutları yeşerir alıcın
İçini bir kitap gibi okur toprak
Özlem dolu türküler tutturur
Karanlıkta yıldızlara bakarak
Sonra kış gelir içi burkulur
Yalnızlık gerçekten acı
Karlara gömülü kalır
Bozkırdaki alıç ağacı
Meriç,Tunca,Arda nerede birleşir ve tek ırmak olur? Edirne’de. Akıncıoğlu Niyazi Bey’in şiiridir.
Bir yerde görürsen ki:
Ağır ve edalı akar,
Dal dal söğütleri öperek
Samur üç belik gibi
Üç koldan sular;
Müjdeler olsun efendim:
Edirne’desin.
Mevsim , fasl-ı bahardır,
Gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen,
Bir kavsi kuzahta yürür gibi
Köprülerdesin.
Şataraban makamında bir şarkı dudaklarında,
Düşünür çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu avaz neden:
Neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle ferman etmiş eden
Kimseler bilmez.
“ Gönül bir top ibrişim
Sarılsa çözülmez.”
Burada her şey,
Bakınır hüsnüne hayran.
Seyreyler cemalini eğilmiş suya
Mermer ihtişamında serhad-di vatan.
Tahsin Saraç,şiirinde Anadolu’yu dile getiriyor.Güneşiyle, sularıyla, yüreğiyle, acılarıyla…
Güneş Anadolu’da güneştir
Başka yerde sarı bir nokta, üvey
Güneş mi, nar çiçeği gülüşlü
Yarlardan o dağ düdenlerine
Diri demet ışınlarla vurmalı, dikey.
Su, Kızılırmak’ta sudur
Fırat’ta, Seyhan7da su
Çullanırken azgın aygırlar gibi
Kısrak ovalara doğru
Yürek, Anadolu’da yürektir
Benimkincek, yeniçeri kazanı
Vuruşu, bir kadana dörtnalı
Bir ağzı, ipek dilen bir kılıç
En okşayan kadife öte ağzı.
Acı, Anadolu’da acıdır, suskun ve titrek
Kesen çok kez akımı ak düşlü bir uykuda
Zından güzel değil evet, ölüm kara soluklu
Zından ve ölüm de olsa ama bir gün yazgıda
Yine Anadolu’da.
Mimar Cengiz Bektaş , Gediz Koyağı’nın güzellemesini söylüyor.
Gerilir doğanın kasıkları
Doğurur güneşi
Kısraklar ak kanatlarını vurup
Dar yerinden girerler koyağa
Boydan boya çizilir artık gün ışığı denize
Deliniş
Dürmek
Selendi
Kavuşurlar bir bir
Tutar elinden gelir Kocaçayı Alaşehir
Sard’ın oralarda Gediz
Enlenir
Sard’ın oralarda koyak
Doğurganlığında bilinçlenir
Milyonlarca at yelesi dikilir kavaklarda
Bir karşı koyuş türküsü
Yaşamımın çobanı yüreğim
Güder sürülerini başıboş şimdi.
Aşık Veysel Şatıroğlu, Beserek Dağı’nı şiirleştirmiş gönül gözüyle görerek…
Arzusun çektiğim Beserek Dağı,
Elvan elvan çiçeklerin açtı mı?
Çevre yanın, güzellerin otağı,
Bizim eller yaylasına göçtü mü?
Güney tarafında kurban pınarı,
Kalktı mı Mezarlı boyunun karı?
Garip öter meşeliğin kuşları,
Yavru şahin yuvasından uçtu mu?
Doğusu Beyyurdu, Şahin kayası,
Batısı aşılık taştır boyası,
Üçoluk’tan geçer Türkmen mayası,
Sultan sularından suyun içti mi?
Yeşil atlas giymiş dağlar süslenmiş,
Mescit köyü eteğine yaslanmış.
Şeme dağı duman olmuş, puslanmış,
Sivralan’a nur, rahmet saçtı mı?
Zaman gelip göçler geri dönerken,
Güzellerin yaylasından inerken,
Dilberler doldurup bade sunarken,
Veysel şatır hatırlara düştü mü?
Görev yaptıkları ilçeyi eğer sevmişse bir kaymakam, güzellikler kadar acılar, özlemler de dile gelir. Kemal Katıtaş, kaymakamlık yaptığı Kiğı’yı şiirleştirmiştir.
Karakoçan’dan ayrılır yolu,
Heyelan doludur hep sağı, solu,
Kederden halkının gözleri dolu,
Bak neler söylüyor dili Kiğı’nın.
Altı yüz senedir yazım karalı,
Dumanlı dağlarım, sıra sıralı,
Söyletmeyin beni kalbim yaralı,
Kuma hasret kalmış yolu Kiğı’nın.
Köprüler yıkılmış, yollarım viran,
Tabiat zalimdir, vermiyor aman.
Sahipsiz kalmışım beklerim derman,
İki büklüm olmuş beli Kiğı’nın.
Mazim şereflidir baha biçilmez,
Koyunum , kuzudan asla seçilmez
Peri suyu azgın, yaya geçilmez
Çok canlara kıyar, seli Kiğı’nın.
Yüce dağlarımda dumanım tüter,
Yeşil bağlarımda bülbüller öter,
Cevizim, çirişim aleme yeter,
Dört mevsimde solmaz gülü Kiğı’nın.
Güzelleme ustası ozan Ebet Mahir Yalnız, dağlara, özellikle de Ilgazlar’a vurgundur.
Yolun düşsün de Ilgaz’a,
Dağı bir gör nice olur?
Eteğinde gün doğarken
Doruğunda gece olur.
Yeşil esiş gözünüzde,
Çam kokusu özünüzde,
Uçurumlar dizinizde,
Dağı bir gör nice olur?
Ana yüzünden de temiz,
Şırıl şırıl sular akar;
Bu dağlarda her sevgimiz
Burcu burcu, çam çam kokar.
İsmail Cemal Turan, Kağızman’a güzelleme yazıyor.
Cenubunda karlı sıra dağlar var,
Manzaralı bir hoş halli Kağızman.
Zümrüt çimenleri meyve bağları,
Misli cennet allı güllü Kağızman.
Neler de yaratmış Hazreti Hünkar,
Bağlarında çeşit çeşit narı var,
Her bir tarafında çiçekler açar,
Sarı nergiz, kızıl güllü Kağızman.
Cemal’im gönlümün ziyneti sensin,
Onbeş kazamızın cenneti sensin,
Kars ili ağzının lezzeti sensin,
İşler kaya tuzu, durmaz Kağızman.
Mustafa Seyit Sutüven, Kaz Dağının ünlü çağlayanına güzelleme yakmış.
Bir kayadan duman duman,
On iki metre atlayan,
Dağ kokusuyla yüklü su.
Boşluğa fırlayınca saç,
Düştüğü yerde kulaç
Mavi su, ak köpüklü su.
Şi’rin elindesin bugün,
Eski masalların bütün,
Canlanacak birer birer.
Akhalılar da bir zaman
Şair, ilahe, kahraman,
Şi’rini burada içtiler.
Hepsi tapardı rengine,
Rastlamamıştı dengine,
Hiçbiri mor Teselya’da.
Öyle fusunludur bu yer,
Şi’rine borçludur Homer,
Çünkü senindir İlyada.
Eski uzun zamanların,
Tığ gibi kahramanların,
Türküsüdür yanık sesin.
Dağda hayat uyandıran,
Taşları duygulandıran,
Örgülü bir ilahesin.
Behçet Kemal Çağlar, yurdu dağ dağ, ırmak ırmak şiirleştiriyor.
Ot görmemiş bozkırlar, kat kat yeşil yamaçlar,
Anadan doma keller, topukta sırma saçlar,
Keskin dertler, kestirme ilaçlar diyarı hey !
Ey Meriç’ler, Seyhan’lar, Sakarya’lar, Murat’lar,
Malazgirt’ten, Mohaç’a koşup giden al atlar
Sınır bekleyen yağız suratlar diyarı hey 1
Tanrı yeşili zeytin, çoban yeşili söğüt,
Halk türküsünde isyan, ata sözünde öğüt,
Ey gümüş, kömür, demir ve kükürt diyarı hey !
Kız gibi ceylanların, ceylan gibi kızların,
Ötmez olmuş kuşların, ötüp duran sazların,
Ve sözün kısacası : Bizlerin diyarı hey !
Halit Fahri Ozansoy, yurdu bir destanla dillendirmiş…
O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil, sanki bin vatan gibisin,
Yüce dağlarına çöken dumanla,
Göklerde yazılı, destan gibisin.
Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün,
Fakat ne derece ezildinse dün,
Şimdi yine tunçtan kalkan gibisin.
Kemal Katıtaş, Daday ilçesini şiirleştirmiş.
Efkar doldu yine taşıyor sinem,
Nedir ki sebebi, bilmek istedim.
Aylar, yıllar geçti dolmuyor çilem,
Hasretlik pasını silmek istedim.
Ballıdağ hastaya şifalar verir,
Mayısa varınca karları erir.
Soğucu ova da piknik yeridir,
Bir Pazar gününde kalmak istedim.
Daday’ın bülbülü her seher öter,
Gün gelir bu özlem, bu aşk da biter.
Zamanı gelince her memur gider.
Her gelende bir şevk görmek istedim.
Kış gelince Selalmaz’a yol gitmez,
Çavuşlu, Beykoz’un dertleri bitmez.
Ateş olmayınca duman hiç tütmez,
Gerçek derde derman olmak istedim.
Öğretmen Adil Turan yurduna vurgunluğunu şiirleştirmiş:
Ekin biçtim tarlalarında demet demet
Kaval çaldım, koyun güttüm yaylalarında,
Tuza bandım ekmeğimi,
Kolumu yastık yaptım düzünde, bayırında;
Dizimde kuvvet, torbamda katık,
Damarlarımda dolaşan memleketim.
Gözlerin ne güzel deniz mavisi,
Ormanlar urban olmuş yeşil yeşil,
Uzanır kolların nehirler boyu,
Sıcak kucağında saadetim.
Nice türküler yakıldı senin için;
Destanlar düzüldü bayrak bayrak.
Davullar vuruldu, dize geldi zeybeklerin;
Kapında nöbet bekledi yıllar yılı.
Gençliğim, heyecanım, gayretim.
Göz nuru, içinde sevda;
Elimde saz, dilimde türkü memleketim.
Türkiye, doğduğum;
Türkiye, doyduğum;
Türkiye, konduğum yurt.
Yoluna can,
Yoluna kurban,
Yoluna aklımı verdiğim toprak.
Adını “sevgili” koyduğum vatan.
Aşkım, imanım, hasretim.
Beşiğimi salladın, sendedir mezarım;
Ve sen gönlümde yatan memleketim.
Yunus Zeyrek, Posof’un Urama yaylası’na Aşık Zülali ayağı ile bir güzelleme yazmış.
Meteris’ten baktım yüce dağlara
Arsiyan’ın başı duman göründü
Çiçekten taç giymiş şanlı Urama
Yaylalar içinde bir han göründü.
Niceler burada yurt yuva kurmuş
Nice beyler gelmiş selama durmuş
Bir zaman düşman kasıp kavurmuş
Şükür geçmiş, yeni devran göründü.
Aşık Müdam geldi çaldı söyledi
Dereler derya-yı aşkı boyladı
Bu dağlarda kurt kuş gönül eyledi
Yamaçlarda sürü ceyran göründü.
Girdaplarda şimdi güneş oyunda
Bülbüller dem tutar ırmak boyunda
Temmuzda yaylada kızlar toyunda
Şen tepelerde ah, seyran göründü.
Zaim huduttaki son otu biçti
Zülali uğradı suyundan içti
Yunus seyre daldı kendinden geçti
Bütün alem sana hayran göründü.
Cemal Şeker, memleketim şiirinde Emrah oluyor, Veysel oluyor…
Hasret yüklü trenler geçer gözlerimden,
Ellerim uzanır Ağrı’nın karlarına.
Erzurum’da Emrah, Sıvas’ta Veysel olurum,
Ilgıt ılgıt esen seher yelinde
Memleketimi bulurum.
Yüce başbuğ Atatürk sevdalısı Behçet Kemal Çağlar, aynı zamanda yurt güzellemeleri ustasıdır. Gezdiği yerleri sevmişse, hemen şiirini yazarak Türk edebiyatına armağan etmiştir. Bir bağbozumu sırasında Ürgüp’te bulunan şairin bu olayı şiirleştirmemesi olmazdı.
Çek git dedim sana, gel git mi dedim?
Sesimi mi içti kulağın sarhoş
Ne bu dolanışın kapımda benim?
Üzüm mü çiğnedi ayağın sarhoş
Var ise aklını bağda yitirdin
Yerine bir salkım üzüm getirdin
Su yerine şaraba mı batırdın
Saçın darmadağın tarağın sarhoş
Üzümün üstünde kızlar tepinir
Karlı baş içinde yazlar tepinir
Gönlüm de göğsüm de sızlar tepinir
Meyvan sarhoş olmuş tabağın sarhoş
Ürgüp tepeleri baca bacadır
Tütüyor derdinle kaç yüz gecedir
Derse ki aşık derdi benden yücedir
Kusuruna bakma çırağın sarhoş
Emzirsin süt diye şarap analar
Şarap göllerine insin turnalar
İçsin de sahipsiz çalsın zurnalar
Davulun sarhoştur tokmağın sarhoş
Şarap rengi tepelere bak hele
Hora tepecekler verip elele
Odan sallanırsa sanma zelzele
Döşemen tavanın konağın sarhoş
Tanrım aman Tanrım bu nasıl yerdir?
Senin ayık kalman bile hünerdir
Aşık Ömer bile sarhoş Ömer’dir
Yürü yolun sarhoş durağın sarhoş
Yahya Akengin, Bar başlarken adlı şiirini Bayburtlu hemşehrilerine adamıştır:
Boz-bulanık akan seller durulur
Yürek coşar, dil şakrak olur
Mendiller ellerde bayrak olur
Biz oynarken, kara toprak ak olur !
Bu davulu yeryüzüne ben dinlettim
Bar tuttum dağlarla omuz omuza
Kara bahtı güldürmeye yemin ettim,
Tarihe destan, şan yaza yaza !
Adnan Yücel, Namrun Yaylası’nı şiirinde dillendiriyor.
Gökyüzündeyim şimdi ayaklarım yerde
Bir yanımda Cehennem deresi
Bir yanımda bulutlar doluyor kadehlere
Bir yanımda yağmur
Şarkı söylüyor uçurumlarda yeşil sevinçlere
Kükrüyor Toros doruğu
Bir erkeklik ögesi Kibele’nin önünde
Toros demek boğalar demek
Şimşekler sönüyor yıldırımlı şehvetinde
Ey Çukurova’nın pamuk tarlası gökleri
Ey temmuz ayında patlayan gök gürültüleri
Yanarken şimdi ovaların en sulak yerleri
Yıldırımlar aydınlatıyor burada
Uçurumlardan
Uçurumlardan aşağı yeşil derinlikleri
Tam da bir bulut girerken lokantadan içeriye
Bu mitoloji de nereden doldu kadehlere
Karacaoğlan dizelerinde tomurcuk memelere
Ahmet ağa bir köknar gövdesi
Dalları gür
Yaprakları dostluktan yaralı
Yüzü yaylalı, yüreği bütün dünyalı.
Halim Yağcıoğlu sevdasını şiirine dökmüş, haykırıyor…
Türkiye benim içli memleketim
Büyük destanlarla çalkalanan
Kalplerde bir kor gibi yanan
Benim sonsuz hürriyetim
Türkiyem memleketim
Ağrı’ların, Toroslar’ın, Kazdağlar’ın vardır
Ulu rüzgarlarla dövüşen
Altın akıtır toprağa Seyhanların, Ceyhanların
Ya senin insanların Türkiyem
Ya senin insanların candır.
Ah Türkiyem evim-saadetim-mezarım
Çocuklarım çocuklarım
Senin destanını söyleyecek
Ekmeğim –suyum – hayatım
Her şeyim sensin
Türkiyem Türkiyem ana toprak
Şehit kanlarıyla yıkanmış
Düşman ateşiyle yanmış
Atalar mirası bayrak.
Nevşehir’ i Niğde’ye bağlayan karayolu yakınında, Yuvanlı Boğazına tepeden bakan bir bekçi gibi, çökmüş bir deve görkeminde Aşıklı Dağı yükselir. Dağın güneye bakan yamacında Güvercinlik köyü yer alır. Volkanik tüf kayalara oyulmuş mağaralarında kanat sesleri…Köyün yetiştirdiği öğretmen, ozan İzzet Çetin’den dinleyelim o dağı.
Süslü bir gelin gibi
Oturduğu yerde Aşıklı Dağı
Onun aşığıyız biz
Tuz ekmek yedik beraberce
Rakı da içildi, kurban da kesildi orada
Kızılırmak’tı bir yeşil şerit boyunca
Kıvrıla kıvrıla akıp giden
Kapadokya Vadisi’nin sessizliğinde seyrettiğimiz
Uyur o çoğu kez
Yerin kucağında dev bebek bir dağ
Hayvanlarımızı otlattık orada
Ayağımızın değmediği yeri kalmadı
Yarı yüzü siyah yeşile çalan
Kayalık taşlık
Yarı yüzü seyrek meşeli
Bu yüzden severiz belki o türküyü
“Meşeler güvermiş varsın Güversin
Söyleyin huysuza durmasın gelsin”.
Güvercin kümeleri geçsin her sabah yanımdan
Kanat seslerini duyayım
Kazımayın yaşadıklarımızın izlerini
Seviyorum güvercinlerimi, köyümü
Kapatmayın gözlerimi.
Çukurovalı şair Ali Püsküllüoğlu, Edremit Körfezi’ni de şiirleştirmiştir.
Denizle ova
Karışır birbirine Edremit’te
Ve zeytinlikler
Verir en güzel zeytini;
Hepsi de
Alın teri, el emeği.
Edremit’in arkası
Dağlar, Koca Katran Dağları.
Bu dağların yağmuru
Kavuştukça toprağa
Çılgın bir sevinç sarar doğayı.
Söylenceye göre
Toprakla yağmur
İki sevgilidir
Ve onların sevgileriyle
Yeryüzü yeşerir.
Katran Dağlarının doruğu
Tanrılar tanrısı Zeus’un
Oturduğu yerdir.
Eski adı İda
Olan bu dağda
Rüzgarlara buyurucu
Göklere gökkuşağı asıcı Zeus
Durup
Troya savaşını izlemiştir.
Homeros “çok pınarlı İda” der ona,
İlyada’da böyle geçer adı.
Söylence yiğidi Herkül
Bir gün susamış
Ve kazmış İda’nın eteklerini
Soğuk sularıyla bir ırmak
Başlamış akmaya.
Derler ki
Ay ışığında
Onun sularıyla yıkanan kadınların
Altın sarısı olur saçları !
Onun için
O yörenin bütün kızları
Yıkanır sularında
Ve yine onun için
Sarıdır saçları.
İda’da büyüyen ulu ağaçlar
Göklerdeki bulutları toplar
Kovalar bereketli topraklara,
İda’nın göz yaşları
Gibidir yağmurlar
Ve yüz pınarıyla İda
Yağmurlarıyla İda
Sular o toprakları.
Kerim Aydın Erdem, Acıpayam’ın Yeşilyuva köyünü dile getiriyor.
Bizim oralarda, ovalarda
Yaz geldi mi, bütün çeşmeler kurur
Güneşin o türlü türlü renkleri
Yalnız deve dikenlerinde,
Ahlat dallarında
Pürenlerde savrulur.
Bizim oralarda, ovalarda
Ak sabahta ekine durur köylümüz
Ve kızlarımız kuru yelin altında
Daha ata binmeden, gelin olmadan
Çam kabukları gibi
Kavrulur
Savaşta, düğünde, ölümde
Tek yürek olur bizim köylümüz
Sıkılmış yumruk gibi
Kalkar doğrulur.
Cahit Külebi, yoksul Anadolu’yu dile getiriyor. Karamsar…
Erzurum’dan kalkar bir uçak
Hey benim yoksul memleketim !
Yüzlerce mil ne od ne ocak,
Ne orman, ne bahçe bir dilim,
Dağlar omuz omza kayalık çorak
Yuvarlak dünyamız boşlukta,
Issız dağlarda iki bitki.
Biri al gelincik sarhoşlukta,
Biri yanmış yakılmış dikendi ki
Artık yeryüzünde iki nokta
Bile değil bütün izleri şimdi.
Değirmen suları boşa aktı.
Ham meyveler döküldü dallardan.
Boranlar yatırdı başakları,
Çocuklar ürktü masallardan.
Artık şehirlerin içi boş kaldı.
Biz Artvin’dik, Erzurum’duk, Çemişgezek’tik.
Biz bu çorak topraklardık ne od ne ocak…
Yıllarca buğday yerine yıldız ektik,
Bulut devşirdik kucak kucak.
Belliydi her savaşta yenilecektik.
Şimdi söyler de ağlarım ancak.
Mehmet Başaran, Dağ Yunağı şiirinde geçmişin duygularını günümüze bağlıyor.
Dibinde Alamanya düşleyen köyün
Yüzyıllara benzeyen duvarlar arasında
Ormandan damıtılmış sıcak bir göl
Gönen dağ yunağı her derde şifa
De ki, ağustos güneşleri erimiş içinde
Yıldızlı yaz geceleri
Yoksulu, umutsuzu başında
Yumağa çalışıyor Roma’dan beri
Acıyı, kiri
Romalılar zamanında da böyle
İki büklüm adamlar gelirmiş
Taş ocaklarından, el tarlalarından
Kadınlar gelirmiş, çamaşır tokaçlamağa
Oğulları askerde, zındanda kimilerinin
İç çekerek bakarlarmış ovaya
Beylerin çimdiği ak yapılara
Acılar bitek, kir arsız
Ya çağımızın lekeleri…
Kuşlar gibi çırpınıyor orman,
Boşuna gökyüzünün has çiviti
Analar yorgun tokaçlamaktan
Karadı toprağın kızdırdığı su
Hey babam! Hala arınamadık
Acılar doğurgan, kir bezdirici
Yürekle çiteleniyor yaşam
Akıp gidiyor dağların kanı
Şinasi Özdenoğlu da , Edremit Körfezi’nin, Kaz Dağlarının , Akçay’ın güzellemesini yazmış.
Yeşilin ve suyun yalnızlığında
Başlıyor bir gizemli Akçay gecesi
Açıyorum en yeni kitabını doğanın
Sunuyorum kalbimi bu gece
İlk kez sevenlere…
Kaz Dağları’nın eteklerinde
Doğuyorum yeniden
Doğanın ellerine…
Büyük kentlerin uzağında
Açıp penceresini en derin unutulmuşluğun
Okuyorum gecelere karşı
Acılarla dolu gönül kitabımı…
Tapınışımdır doğayla sevişmek
Tapınışımdır en güzel yalnızlık !
Gündoğumuyla ağaran tanyerinde
Yıldızlardır kayıp düşen kadehimize
Soylu içkilerin sarhoşluğunda
Ege’yi öpücüklere boğan o imbat ki
Yalnızca ben beklerim yolunu
Ne yazık !
Tapınışımsın bu saatlerde
Sen, en güzel yalnızlık !
Kalbimle buluyorum gerçeği artık
Tanrıların buluştuğu Kazdağları’nda
Doğayla sarmaş-dolaş
Doğayla tek bir vücut…
Sınırsız mutluluğun gizemi
Sensin ey sonsuz avunuş
Sensin ey ulu yalnızlık !