• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uchisarlilardernegi

CUMHURİYET DÖNEME TÜRK ŞİİRLERİNDE COĞRAFİ ÖGELER

 

CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK ŞİİRİNDE COĞRAFİ ÖGELER

 Prof. Dr. Emrullah Güney

Dicle Üniversitesi

 

Cumhuriyet döneminde, 1920’lerden  günümüze,  yurt coğrafyasının genişliğinde çok sayıda  şiir yazılmıştır. Öğretmen, avukat, çiftçi, kaymakam, işçi, vali, yayıncı, avukat…Yaşadığı beldeyi, yöresini şiirle dile getirmişlerdir. Bunlar bir anlamda yurt güzellemesidir. Okumayı öğrenen ilkokul öğrencisi, önce bunlarla karşılaşır ders kitaplarında. Yurdu sevmenin, yaşanılan topraklara ilgi duymanın ve yöresellikten ülkeselliğe geçişte bu şiirlerin önemli yardımı olur.

 

Öğretmen Özbek İncebayraktar yurt genelinde sevginin şiirini yazıyor.

 

Edirne’de bayrak bayrak çalkandım,

Ardahan’da göğüslere kalkandım,

Erzincan’da yanardağdım, volkandım,

 

                   Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem

                    Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem !

 

Erzurum7da dadaşın var, bar’ın var;

Erciyes’te bulut bulut karın var;

Silifke’nde portakalın, narın var;

 

                   Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem

                   Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.

 

Mekik mekik, renk renk halı dokunur;

Ispartalım saçına gül sokunur.

Sana aşkım, seni benden sakınır;

 

                    Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem

                    Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.

 

Selimiye, Dolmabahçe, Hisarlar,

“Bu ülkeye Türk mührünü basanlar”

Kal’aların, destan destan susanlar

 

                  Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem

                  Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.

 

Antalya’da duygularım çağlaşır,

Anamur’da “Kıbrıs” deyi ağlaşır,

Manavgat’ta köpük köpük çağlaşır

 

                    Sevdan ile sarhoş oldum Türkiyem

                    Aklım aldın bir hoş oldum Türkiyem.

 

Ömer Nida Bıçakçı bozkırlarımızın engin gönüllü ağacını şiirinde dillendiriyor.

 

Bir alıç bilirim Anadolu’da

Dallarında yüzlerce adak

Yolcular geçer önünden

Yayan yapıldak

 

Ulu bir ağaç olsa diyorum

Gölgesine uzanıp yatsak

Eğilse dalları üstümüze

Yaprakları hışırdayarak

 

Umutları yeşerir alıcın

İçini bir kitap gibi okur toprak

Özlem dolu türküler tutturur

Karanlıkta yıldızlara bakarak

 

Sonra kış gelir içi burkulur

Yalnızlık gerçekten acı

Karlara gömülü kalır

Bozkırdaki alıç ağacı

 

Meriç,Tunca,Arda nerede birleşir ve tek ırmak olur? Edirne’de. Akıncıoğlu Niyazi Bey’in şiiridir.

 

Bir yerde görürsen ki:

Ağır ve edalı akar,

Dal dal söğütleri öperek

Samur üç belik gibi

                          Üç koldan sular;

Müjdeler olsun efendim:

                           Edirne’desin.

Mevsim , fasl-ı bahardır,

Gecedir ve mehtap vardır.

Ve sen,

Bir kavsi kuzahta yürür gibi

                     Köprülerdesin.

Şataraban makamında bir şarkı dudaklarında,

Düşünür çözemezsin:

Bu naz-ı istiğna, bu avaz neden:

Neden yarı eğilmiş suya dallar?

Öyle ferman etmiş eden

                               Kimseler bilmez.

“ Gönül bir top ibrişim

Sarılsa çözülmez.”

Burada her şey,

Bakınır hüsnüne hayran.

Seyreyler cemalini eğilmiş suya

Mermer ihtişamında serhad-di vatan.

 

Tahsin Saraç,şiirinde Anadolu’yu dile getiriyor.Güneşiyle, sularıyla, yüreğiyle, acılarıyla…

 

Güneş Anadolu’da güneştir

Başka yerde sarı bir nokta, üvey

Güneş mi, nar çiçeği gülüşlü

Yarlardan o dağ düdenlerine

Diri demet ışınlarla vurmalı, dikey.

 

Su, Kızılırmak’ta sudur

Fırat’ta, Seyhan7da su

Çullanırken azgın aygırlar gibi

Kısrak ovalara doğru

 

Yürek, Anadolu’da yürektir

Benimkincek, yeniçeri kazanı

Vuruşu, bir kadana dörtnalı

Bir ağzı, ipek dilen bir kılıç

En okşayan kadife öte ağzı.

 

Acı, Anadolu’da acıdır, suskun ve titrek

Kesen çok kez akımı ak düşlü bir uykuda

Zından güzel değil evet, ölüm kara soluklu

Zından ve ölüm de olsa ama bir gün yazgıda

Yine Anadolu’da.

 

Mimar Cengiz Bektaş , Gediz Koyağı’nın güzellemesini söylüyor.

 

Gerilir doğanın kasıkları

Doğurur güneşi

Kısraklar ak kanatlarını vurup

Dar yerinden girerler koyağa

Boydan boya çizilir artık gün ışığı denize

Deliniş

Dürmek

Selendi

Kavuşurlar bir bir

Tutar elinden gelir Kocaçayı Alaşehir

Sard’ın oralarda Gediz

           Enlenir

Sard’ın oralarda koyak

                Doğurganlığında bilinçlenir

Milyonlarca at yelesi dikilir kavaklarda

Bir karşı koyuş türküsü

Yaşamımın çobanı yüreğim

Güder sürülerini başıboş şimdi.

 

Aşık Veysel Şatıroğlu, Beserek Dağı’nı şiirleştirmiş gönül gözüyle görerek…

 

Arzusun çektiğim Beserek Dağı,

Elvan elvan çiçeklerin açtı mı?

Çevre yanın, güzellerin otağı,

Bizim eller yaylasına göçtü mü?

 

Güney tarafında kurban pınarı,

Kalktı mı Mezarlı boyunun karı?

Garip öter meşeliğin kuşları,

Yavru şahin yuvasından uçtu mu?

 

Doğusu Beyyurdu, Şahin kayası,

Batısı aşılık taştır boyası,

Üçoluk’tan geçer Türkmen mayası,

Sultan sularından suyun içti mi?

 

Yeşil atlas giymiş dağlar süslenmiş,

Mescit köyü eteğine yaslanmış.

Şeme dağı duman olmuş, puslanmış,

Sivralan’a nur, rahmet saçtı mı?

 

Zaman gelip göçler geri dönerken,

Güzellerin yaylasından inerken,

Dilberler doldurup bade sunarken,

Veysel şatır hatırlara düştü mü?

 

Görev yaptıkları ilçeyi eğer sevmişse bir kaymakam, güzellikler kadar acılar, özlemler de dile gelir. Kemal Katıtaş, kaymakamlık yaptığı Kiğı’yı şiirleştirmiştir.

 

Karakoçan’dan ayrılır yolu,

Heyelan doludur hep sağı, solu,

Kederden halkının gözleri dolu,

Bak neler söylüyor dili Kiğı’nın.

 

Altı yüz senedir yazım karalı,

Dumanlı dağlarım, sıra sıralı,

Söyletmeyin beni kalbim yaralı,

Kuma hasret kalmış yolu Kiğı’nın.

 

Köprüler yıkılmış, yollarım viran,

Tabiat zalimdir, vermiyor aman.

Sahipsiz kalmışım beklerim derman,

İki büklüm olmuş beli Kiğı’nın.

 

Mazim şereflidir baha biçilmez,

Koyunum , kuzudan asla seçilmez

Peri suyu azgın, yaya geçilmez

Çok canlara kıyar, seli Kiğı’nın.

 

Yüce dağlarımda dumanım tüter,

Yeşil bağlarımda bülbüller öter,

Cevizim, çirişim aleme yeter,

Dört mevsimde solmaz gülü Kiğı’nın.

 

Güzelleme ustası ozan Ebet Mahir Yalnız, dağlara, özellikle de Ilgazlar’a vurgundur.

 

Yolun düşsün de Ilgaz’a,

Dağı bir gör nice olur?

Eteğinde gün doğarken

Doruğunda gece olur.

 

Yeşil esiş gözünüzde,

Çam kokusu özünüzde,

Uçurumlar dizinizde,

Dağı bir gör nice olur?

 

Ana yüzünden de temiz,

Şırıl şırıl sular akar;

Bu dağlarda her sevgimiz

Burcu burcu, çam çam kokar.

 

İsmail Cemal Turan, Kağızman’a güzelleme yazıyor.

 

Cenubunda karlı sıra dağlar var,

Manzaralı bir hoş halli Kağızman.

Zümrüt çimenleri meyve bağları,

Misli cennet allı güllü Kağızman.

 

Neler de yaratmış Hazreti Hünkar,

Bağlarında çeşit çeşit narı var,

Her bir tarafında çiçekler açar,

Sarı nergiz, kızıl güllü Kağızman.

 

Cemal’im gönlümün ziyneti sensin,

Onbeş kazamızın cenneti sensin,

Kars ili ağzının lezzeti sensin,

İşler kaya tuzu, durmaz Kağızman.

 

Mustafa Seyit Sutüven, Kaz Dağının ünlü çağlayanına güzelleme yakmış.

 

Bir kayadan duman duman,

On iki metre atlayan,

Dağ kokusuyla yüklü su.

 

Boşluğa fırlayınca saç,

Düştüğü yerde kulaç

Mavi su, ak köpüklü su.

 

Şi’rin elindesin bugün,

Eski masalların bütün,

Canlanacak birer birer.

 

Akhalılar da bir zaman

Şair, ilahe, kahraman,

Şi’rini burada içtiler.

 

Hepsi tapardı rengine,

Rastlamamıştı dengine,

Hiçbiri mor Teselya’da.

 

Öyle fusunludur bu yer,

Şi’rine borçludur Homer,

Çünkü senindir İlyada.

 

Eski uzun zamanların,

Tığ gibi kahramanların,

Türküsüdür yanık sesin.

 

Dağda hayat uyandıran,

Taşları duygulandıran,

Örgülü bir ilahesin.

 

Behçet Kemal Çağlar, yurdu dağ dağ, ırmak ırmak şiirleştiriyor.

 

Ot görmemiş bozkırlar, kat kat yeşil yamaçlar,

Anadan doma keller, topukta sırma saçlar,

Keskin dertler, kestirme ilaçlar diyarı hey !

 

Ey Meriç’ler, Seyhan’lar, Sakarya’lar, Murat’lar,

Malazgirt’ten, Mohaç’a koşup giden al atlar

Sınır bekleyen yağız suratlar diyarı hey 1

 

Tanrı yeşili zeytin, çoban yeşili söğüt,

Halk türküsünde isyan, ata sözünde öğüt,

Ey gümüş, kömür, demir ve kükürt diyarı hey !

 

Kız gibi ceylanların, ceylan gibi kızların,

Ötmez olmuş kuşların, ötüp duran sazların,

Ve sözün kısacası : Bizlerin diyarı hey !

 

Halit Fahri Ozansoy,  yurdu bir destanla dillendirmiş…

 

O kadar dolu ki toprağın şanla,

Bir değil, sanki bin vatan gibisin,

Yüce dağlarına çöken dumanla,

Göklerde yazılı, destan gibisin.

 

Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün

Bir yandan cefalı bir ömür sürdün,

Fakat ne derece ezildinse dün,

Şimdi yine tunçtan kalkan gibisin.

 

Kemal Katıtaş, Daday ilçesini şiirleştirmiş.

 

Efkar doldu yine taşıyor sinem,

Nedir ki sebebi, bilmek istedim.

Aylar, yıllar geçti dolmuyor çilem,

Hasretlik pasını silmek istedim.

 

Ballıdağ hastaya şifalar verir,

Mayısa varınca karları erir.

Soğucu ova da piknik yeridir,

Bir Pazar gününde kalmak istedim.

 

Daday’ın bülbülü her seher öter,

Gün gelir bu özlem, bu aşk da biter.

Zamanı gelince her memur gider.

Her gelende bir şevk görmek istedim.

 

Kış gelince Selalmaz’a yol gitmez,

Çavuşlu, Beykoz’un dertleri bitmez.

Ateş olmayınca duman hiç tütmez,

Gerçek derde derman olmak istedim.

 

Öğretmen Adil Turan yurduna vurgunluğunu şiirleştirmiş:

 

Ekin biçtim tarlalarında demet demet

Kaval çaldım, koyun güttüm yaylalarında,

Tuza bandım ekmeğimi,

Kolumu yastık yaptım düzünde, bayırında;

Dizimde kuvvet, torbamda katık,

Damarlarımda dolaşan memleketim.

 

Gözlerin ne güzel deniz mavisi,

Ormanlar urban olmuş yeşil yeşil,

Uzanır kolların nehirler boyu,

Sıcak kucağında saadetim.

 

Nice türküler yakıldı senin için;

Destanlar düzüldü bayrak bayrak.

Davullar vuruldu, dize geldi zeybeklerin;

Kapında nöbet bekledi yıllar yılı.

Gençliğim, heyecanım, gayretim.

Göz nuru, içinde sevda;

Elimde saz, dilimde türkü memleketim.

 

Türkiye, doğduğum;

Türkiye, doyduğum;

Türkiye, konduğum yurt.

Yoluna can,

Yoluna kurban,

Yoluna aklımı verdiğim toprak.

Adını “sevgili” koyduğum vatan.

Aşkım, imanım, hasretim.

Beşiğimi salladın, sendedir mezarım;

Ve sen gönlümde yatan memleketim.

 

Yunus Zeyrek, Posof’un Urama yaylası’na Aşık Zülali ayağı ile bir güzelleme yazmış.

 

Meteris’ten baktım yüce dağlara

Arsiyan’ın başı duman göründü

Çiçekten taç giymiş şanlı Urama

Yaylalar içinde bir han göründü.

 

Niceler burada yurt yuva kurmuş

Nice beyler gelmiş selama durmuş

Bir zaman düşman kasıp kavurmuş

Şükür geçmiş, yeni devran göründü.

 

Aşık Müdam geldi çaldı söyledi

Dereler derya-yı aşkı boyladı

Bu dağlarda kurt kuş gönül eyledi

Yamaçlarda sürü ceyran göründü.

 

Girdaplarda şimdi güneş oyunda

Bülbüller dem tutar ırmak boyunda

Temmuzda yaylada kızlar toyunda

Şen tepelerde ah, seyran göründü.

 

Zaim huduttaki son otu biçti

Zülali uğradı suyundan içti

Yunus seyre daldı kendinden geçti

Bütün alem sana hayran göründü.

 

Cemal Şeker, memleketim şiirinde Emrah oluyor, Veysel oluyor…

 

Hasret yüklü trenler geçer gözlerimden,

Ellerim uzanır Ağrı’nın karlarına.

Erzurum’da Emrah, Sıvas’ta Veysel olurum,

Ilgıt ılgıt esen seher yelinde

Memleketimi bulurum.

 

Yüce başbuğ Atatürk sevdalısı Behçet Kemal Çağlar, aynı zamanda yurt güzellemeleri ustasıdır. Gezdiği yerleri sevmişse, hemen şiirini yazarak Türk edebiyatına armağan etmiştir. Bir bağbozumu sırasında Ürgüp’te bulunan şairin bu olayı şiirleştirmemesi olmazdı.

 

Çek git dedim sana, gel git mi dedim?

Sesimi mi içti kulağın sarhoş

Ne bu dolanışın kapımda benim?

Üzüm mü çiğnedi ayağın sarhoş

 

Var ise aklını bağda yitirdin

Yerine bir salkım üzüm getirdin

Su yerine şaraba mı batırdın

Saçın darmadağın tarağın sarhoş

 

Üzümün üstünde kızlar tepinir

Karlı baş içinde yazlar tepinir

Gönlüm de göğsüm de sızlar tepinir

Meyvan sarhoş olmuş tabağın sarhoş

 

Ürgüp  tepeleri baca bacadır

Tütüyor derdinle kaç yüz gecedir

Derse ki aşık derdi benden yücedir

Kusuruna bakma çırağın sarhoş

 

Emzirsin süt diye şarap analar

Şarap göllerine insin turnalar

İçsin de sahipsiz çalsın zurnalar

Davulun sarhoştur tokmağın sarhoş

 

Şarap rengi tepelere bak hele

Hora tepecekler verip elele

Odan sallanırsa sanma zelzele

Döşemen tavanın konağın sarhoş

 

Tanrım aman Tanrım bu nasıl yerdir?

Senin ayık kalman bile hünerdir

Aşık Ömer bile sarhoş Ömer’dir

Yürü yolun sarhoş durağın sarhoş

 

Yahya Akengin, Bar başlarken adlı şiirini Bayburtlu hemşehrilerine adamıştır:

 

Boz-bulanık akan seller durulur

Yürek coşar, dil şakrak olur

Mendiller ellerde bayrak olur

Biz oynarken, kara toprak ak olur !

 

Bu davulu yeryüzüne ben dinlettim

Bar tuttum dağlarla omuz omuza

Kara bahtı güldürmeye yemin ettim,

Tarihe destan, şan yaza yaza !

 

Adnan Yücel, Namrun Yaylası’nı şiirinde dillendiriyor.

 

Gökyüzündeyim şimdi ayaklarım yerde

Bir yanımda Cehennem deresi

Bir yanımda bulutlar doluyor kadehlere

Bir yanımda yağmur

Şarkı söylüyor uçurumlarda yeşil sevinçlere

Kükrüyor Toros doruğu

Bir erkeklik ögesi Kibele’nin önünde

Toros demek boğalar demek

Şimşekler sönüyor yıldırımlı şehvetinde

 

Ey Çukurova’nın pamuk tarlası gökleri

Ey temmuz ayında patlayan gök gürültüleri

Yanarken şimdi ovaların en sulak yerleri

Yıldırımlar aydınlatıyor burada

Uçurumlardan

Uçurumlardan aşağı yeşil derinlikleri

 

Tam da bir bulut girerken lokantadan içeriye

Bu mitoloji de nereden doldu kadehlere

Karacaoğlan dizelerinde tomurcuk memelere

 

Ahmet ağa bir köknar gövdesi

Dalları gür

Yaprakları dostluktan yaralı

Yüzü yaylalı, yüreği bütün dünyalı.

 

Halim Yağcıoğlu sevdasını şiirine dökmüş, haykırıyor…

 

Türkiye benim içli memleketim

Büyük destanlarla çalkalanan

Kalplerde bir kor gibi yanan

Benim sonsuz hürriyetim

Türkiyem memleketim

 

Ağrı’ların, Toroslar’ın, Kazdağlar’ın vardır

Ulu rüzgarlarla dövüşen

Altın akıtır toprağa Seyhanların, Ceyhanların

Ya senin insanların Türkiyem

Ya senin insanların candır.

 

Ah Türkiyem evim-saadetim-mezarım

Çocuklarım çocuklarım

Senin destanını söyleyecek

Ekmeğim –suyum – hayatım

Her şeyim sensin

Türkiyem Türkiyem ana toprak

Şehit kanlarıyla yıkanmış

Düşman ateşiyle yanmış

Atalar mirası bayrak.

 

Nevşehir’ i Niğde’ye bağlayan karayolu yakınında, Yuvanlı Boğazına tepeden bakan bir bekçi gibi,  çökmüş bir deve görkeminde Aşıklı Dağı yükselir. Dağın güneye bakan yamacında Güvercinlik köyü yer alır. Volkanik tüf kayalara oyulmuş mağaralarında kanat sesleri…Köyün yetiştirdiği öğretmen, ozan İzzet Çetin’den dinleyelim o dağı.

 

Süslü bir gelin gibi

Oturduğu yerde Aşıklı Dağı

Onun aşığıyız biz

Tuz ekmek yedik beraberce

Rakı da içildi, kurban da kesildi orada

 

Kızılırmak’tı bir yeşil şerit boyunca

Kıvrıla kıvrıla akıp giden

Kapadokya Vadisi’nin sessizliğinde seyrettiğimiz

 

Uyur o çoğu kez

Yerin kucağında dev bebek bir dağ

Hayvanlarımızı otlattık orada

Ayağımızın değmediği yeri kalmadı

Yarı yüzü siyah yeşile çalan

Kayalık taşlık

Yarı yüzü seyrek meşeli

Bu yüzden severiz belki o türküyü

“Meşeler güvermiş varsın Güversin

Söyleyin huysuza durmasın gelsin”.

 

Güvercin kümeleri geçsin her sabah yanımdan

Kanat seslerini duyayım

Kazımayın yaşadıklarımızın izlerini

Seviyorum güvercinlerimi, köyümü

Kapatmayın gözlerimi.

 

Çukurovalı şair Ali Püsküllüoğlu, Edremit Körfezi’ni de şiirleştirmiştir.

 

Denizle ova

Karışır birbirine Edremit’te

Ve zeytinlikler

Verir en güzel zeytini;

Hepsi de

Alın teri, el emeği.

 

Edremit’in arkası

Dağlar, Koca Katran Dağları.

 

Bu dağların yağmuru

Kavuştukça toprağa

Çılgın bir sevinç sarar doğayı.

 

Söylenceye göre

Toprakla yağmur

İki sevgilidir

Ve onların sevgileriyle

Yeryüzü yeşerir.

 

Katran Dağlarının doruğu

Tanrılar tanrısı Zeus’un

Oturduğu yerdir.

 

Eski adı İda

Olan bu dağda

Rüzgarlara buyurucu

Göklere gökkuşağı asıcı Zeus

Durup

Troya savaşını izlemiştir.

 

Homeros “çok pınarlı İda” der ona,

İlyada’da böyle geçer adı.

 

Söylence yiğidi Herkül

Bir gün susamış

Ve kazmış İda’nın eteklerini

Soğuk sularıyla bir ırmak

Başlamış akmaya.

 

Derler ki

Ay ışığında

Onun sularıyla yıkanan kadınların

Altın sarısı olur saçları !

 

Onun için

O yörenin bütün kızları

Yıkanır sularında

Ve yine onun için

Sarıdır saçları.

 

İda’da büyüyen ulu ağaçlar

Göklerdeki bulutları toplar

Kovalar bereketli topraklara,

İda’nın göz yaşları

Gibidir yağmurlar

Ve yüz pınarıyla İda

Yağmurlarıyla İda

Sular o toprakları.

 

Kerim Aydın Erdem, Acıpayam’ın Yeşilyuva köyünü dile getiriyor.

Bizim oralarda, ovalarda

Yaz geldi mi, bütün çeşmeler kurur

Güneşin o türlü türlü renkleri

Yalnız deve dikenlerinde,

Ahlat dallarında

Pürenlerde savrulur.

 

Bizim oralarda, ovalarda

Ak sabahta ekine durur köylümüz

Ve kızlarımız kuru yelin altında

Daha ata binmeden, gelin olmadan

Çam kabukları gibi

Kavrulur

 

Savaşta, düğünde, ölümde

Tek yürek olur bizim köylümüz

Sıkılmış yumruk gibi

Kalkar doğrulur.

 

Cahit Külebi, yoksul Anadolu’yu dile getiriyor. Karamsar…

Erzurum’dan kalkar bir uçak

Hey benim yoksul memleketim !

Yüzlerce mil ne od ne ocak,

Ne orman, ne bahçe bir dilim,

Dağlar omuz omza kayalık çorak

 

Yuvarlak dünyamız boşlukta,

Issız dağlarda iki bitki.

Biri al gelincik sarhoşlukta,

Biri yanmış yakılmış dikendi ki

Artık yeryüzünde iki nokta

Bile değil bütün izleri şimdi.

 

Değirmen suları boşa aktı.

Ham meyveler döküldü dallardan.

Boranlar yatırdı başakları,

Çocuklar ürktü masallardan.

Artık şehirlerin içi boş kaldı.

 

Biz Artvin’dik, Erzurum’duk, Çemişgezek’tik.

Biz bu çorak topraklardık ne od ne ocak…

Yıllarca buğday yerine yıldız ektik,

Bulut devşirdik kucak kucak.

Belliydi her savaşta yenilecektik.

Şimdi söyler de ağlarım ancak.

 

Mehmet Başaran, Dağ Yunağı şiirinde geçmişin duygularını günümüze bağlıyor.

 

Dibinde Alamanya düşleyen köyün

Yüzyıllara benzeyen duvarlar arasında

Ormandan damıtılmış sıcak bir göl

Gönen dağ yunağı her derde şifa

De ki, ağustos güneşleri erimiş içinde

Yıldızlı yaz geceleri

Yoksulu, umutsuzu başında

Yumağa çalışıyor Roma’dan beri

Acıyı, kiri

 

Romalılar zamanında da böyle

İki büklüm adamlar gelirmiş

Taş ocaklarından, el tarlalarından

Kadınlar gelirmiş, çamaşır tokaçlamağa

Oğulları askerde, zındanda kimilerinin

İç çekerek bakarlarmış ovaya

Beylerin çimdiği ak yapılara

Acılar bitek, kir arsız

 

Ya çağımızın lekeleri…

Kuşlar gibi çırpınıyor orman,

Boşuna gökyüzünün has çiviti

Analar yorgun tokaçlamaktan

Karadı toprağın kızdırdığı su

Hey babam! Hala arınamadık

Acılar doğurgan, kir bezdirici

Yürekle çiteleniyor yaşam

 

Akıp gidiyor dağların kanı

 

Şinasi Özdenoğlu  da , Edremit Körfezi’nin, Kaz Dağlarının , Akçay’ın  güzellemesini yazmış.

 

Yeşilin ve suyun yalnızlığında

Başlıyor bir gizemli Akçay gecesi

Açıyorum en yeni kitabını doğanın

Sunuyorum kalbimi bu gece

İlk kez sevenlere…

Kaz Dağları’nın eteklerinde

Doğuyorum yeniden

Doğanın ellerine…

 

Büyük kentlerin uzağında

Açıp penceresini en derin unutulmuşluğun

Okuyorum gecelere karşı

Acılarla dolu gönül kitabımı…

Tapınışımdır doğayla sevişmek

Tapınışımdır en güzel yalnızlık !

 

Gündoğumuyla ağaran tanyerinde

Yıldızlardır kayıp düşen kadehimize

Soylu içkilerin sarhoşluğunda

Ege’yi öpücüklere boğan o imbat ki

Yalnızca ben beklerim yolunu

Ne yazık !

Tapınışımsın bu saatlerde

Sen, en güzel yalnızlık !

 

Kalbimle buluyorum gerçeği artık

Tanrıların buluştuğu Kazdağları’nda

Doğayla sarmaş-dolaş

Doğayla tek bir vücut…

Sınırsız mutluluğun gizemi

Sensin ey sonsuz avunuş

Sensin ey ulu yalnızlık !


Yorumlar - Yorum Yaz