• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uchisarlilardernegi

EMETİ BACI- HACI LEYLEK

EMETİ BACI

 

Emeti Bacı Ürgüp’te Karağandere mahallesinde yaşıyordu.

En sevdiği yemek yumurta.

Evin kümesinde dördü yumurtlayan altı tavuk vardı.Bir de horoz.

Emeti Bacı, herkes işine gücüne gittikten sonra, evde yalnızken,

hemen yumurta pişirip yiyordu taze şehir somunuyla.

Yanına da bir soğan kırarak.

Ve sürekli de etleniyordu.

Bekir ağa, akşam, kundura dükkanından gelince, bakıyordu ki, sofra kurulmamış;yemek yok.

 

Bazı akşamlar yalap çalap bir sofra düzülse de “iştahsızım

                                                                            diyerek bir şey yemiyordu Emeti Bacı.

 

Bir böyle, iki böyle…

Bizim avrat iştahsızım diyor,dooru dürüs sufra düzmüyor,

amma köpüp daşıyor.Bunda bir iş var.” diye düşünmeğe başladı Bekir ağa.

 

Bir gün dükkandan erken geldi evine.

Gizlice girdi tandırdan içeri.Sindi bir dolaba.Perdeyi çekti. Bekledi. 

Ayırdına varmadı hanımı.

Emeti Bacı ocağa kuru keven koydu.

 Tavaya tereyağı yaydı.

Saydı yumurtaları…

Tam beş tane kırdı.

Cızııır cızır pişmeğe başladı ki, dışardan bir ses duydu, tandırevinden çıktı.

Bekir ağa hemen, iverek beş yumurta daha kırdı. Karıştırdı,

Yine perdenin arkasına sindi.

Bekledi. Biraz sonra karısı dönüp geldi.

Baktı ki, yumurta tam kıvamında pişmiş.

Ocaktan aldı, sofraya koydu.

Testiden maşarapaya su doldurdu.

Soğan kırdı yumruğuyla.

Başladı yemeğe.

Bir süre sonra kesildi.

Tavadaki yemeğin yarısı duruyordu.

Yüksek sesle dile getirdi şikayetini :

Alla allaaaa! Hasda mıyııım, hasda mı olacaaam? Yımırtaları niye bitiremedim ki?

O sırada, perdenin arkasından çıkıverdi kocası. Emeti Bacının ödü sıddı.

“ Hadi Emeti Hatun hadi ! Ne hasdasıın, ne hasda olacaaan?

Beş sen gırdın, beş de ben. İtti on. Helbet bitiremen.”

 

HACI LEYLEK

 

Alkan Atılgan anlatıyor:

“ Evimiz Avanos’ta Kızılırmak kıyısında idi.

Çocukluğum ev,çarşı,bağlar arasında geçti.

Babam bağcı olmakla birlikte bir bakkal dükkanı da çalıştırıyordu.

 

Evimizin karşısındaki elektrik direğine bir gün bir leylek geldi.

İzledim. Irmak kıyısında,taşkınlar sırasında getirilmiş ağaç dallarını,ekin saplarını taşıdı.

Sonunda güzel bir yuva yaptı.

Ne olduğunu anlamadan, ikinci bir leylek de katıldı.

Zaman zaman görüyorduk , birbirlerinin üstüne çıkıyorlardı.

Gün boyu takırtılar geliyordu yuvadan.

Ne olduğunu anlamadan, iki yavru çıktı ortaya.

 

Oyun oynarken, yuvaya bakıp tekerleme söylüyorduk:

               Leylek leylek havadaaa,

  Yumurtası tavadaa…

 

Gagaları sürekli  açıktı yavruların .

Bu, onların hep aç olduğunu gösteriyordu.

Ana leylek, onları beslemek için sürekli sefer yapıyordu ırmak kıyısına.

Babam, dükkandan geldiği zaman onları gülümseyerek seyrediyordu.

“ Oğlum, bunlara hacı leylek derler,” dedi bana.

Çocuk aklımla, hacı olmanın insanlara, varsıllara özgü olduğunu sanıyordum.

“ Niye hacı deniyor onlara? “ diye sordum.

“ Çünkü, Kabe-i Muazzama’ya, Medine-i Münevvere’ye, Kıble’ye giderler de ondan,” dedi.

Babamın sözlerini anlamasam da, sesinin titremesinden,  bunun önemli olduğunu sezdim.

Gözümde daha bir değer kazandı  hacı leylekler. Onlara saygıyla bakıyordum.

Kıble nedir, Mekke, Kabe nerededir, bilmiyordum.

Fakat, her gün bu sözler duyuluyordu.

 

Evimizin yakınında küçük bir mescit vardı.

İmamı Abdurrahman Emmi uzaktan akrabamızdı.

Bir gün, Irmak kıyısına giderken, öğlen vakti ona rastladım.

“ Emmi,” dedim. “Bu leylekler hacı olmuş,” dedim.

Bana kızgınlıkla baktı.

“ Hacıymış. Hıh! Müslüman olan kurbağa yer mi lan? Nerde bunun hacılığı? “

Birden içim kalktı. Kusasım geldi.

Demek bunların hacılığı sahteydi.

 

Abdurrahman Emmi’nin bana söylediğini arkadaşlara anlattım.

Nerden bilirdim ki, bu sözler, iki leyleğin, yavruların sonu olacak.

Arkadaşlar sapanlarını kaptıkları gibi, taş, çakıl  güllelediler yuvaya doğru.

Büyüklerimiz bunu önleyinceye dek, leylekler kaçıp gitti.

Yavrular da yuvada ölmüştü galiba.

Çünkü, bir saat sonra evimizin kara kedisini yalanırken gördüm.

 

O leylekleri bir daha görmedim.

Çer çöpten yapılmış yuva öyle sağlammış ki, yıllarca orada kaldı.

Artık, hiçbir leylek orayı yuva olarak benimsemedi.

Hiç onaran çıkmadı.

Ben 18 yaşımda, Nevşehir’de liseyi bitirip de , kasabamdan ayrıldığım zaman bile yuvadan kalanlar vardı direğin tepesinde.

 

Şimdi, ne zaman bir leylek görsem, ne zaman kuşlarla ilgili bir belgesel izlesem, gözlerim yaşarır ve bir imamın söylediği sözle arkadaşlarımı ayartıp  tedirgin ettiğimiz, yaşamlarına son verdiğimiz  leylekleri düşünürüm.

İçim burkulur, cızz eder.”


PROF.DR.EMRULLAH GÜNEY

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz