• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uchisarlilardernegi

BESLENME DÜZENİMİZ YADA DÜZENSİZLİĞİMİZ

BESLENME DÜZENİMİZ ya da DÜZENSİZLİĞİMİZ

Dr Emrullah Güney

  

Üniversite görevlilerinin yaşadığı evler çağdaş bir mahalle görünümü sunuyor.  Çevre köylerden çocuklar geliyor. Sabahın ayazında. Ellerinde plastik süt bidonları. Zor taşıyorlar. Bakıyorum, lastik pabuçlarının içindeki ayakları çorapsız. Zaman zaman bidonları yere koyup  hohlayarak soluklarıyla ısıtıyorlar ellerini. İzliyorum, bidondaki süt azaldıkça daha rahat taşıyorlar. Ellerine para geçtikçe, cepleri doldukça (!) gülüyorlar, mutlu oluyorlar.

 Bir ara biz de onlardan süt alıyorduk. Haftada bir gün, Pazar…

Sütü aldım, kapıyı örttüm. Sevinçle ayrıldılar evimizin önünden. Çünkü, istedikleri paradan fazlasını vermiştim. Biraz sonra, ekmek almak için üniversite lojmanlarının kantinine

( market ) gitmem gerekti. Baktım, süt satan çocuklar orada. Bağıra çağıra konuşuyorlar kendi aralarında. Ellerinde kolalı içecekler…Sabahın ayazı sürüyor. Ve çocuklar, buz gibi meşrubat içiyorlar. Mutlulukla…Yarasın !

 …………………..

 1985 Ekim ayında göreve başladığım Diyarbakır’da, taşıma işlerinde çok sayıda at arabası vardı. Cadde kıyılarında , ardı ardına, karşı karşıya, yanyana kebabçılar…Tezgah dışarıda. Döner bıçağı elinde aşçının; bir yandan kesiyor, bir yandan müşteri çağırıyor. Aşçı belki de aynı zamanda dükkanın sahibi…Fakat, hep merak ettiğim şu oluyordu. Arabayı çeken at, dışkısını hemen oraya bırakıyor. Sıcak günler sürmekte. Dışkının üzerinden motorlu araçlar geçiyor ve bir süre sonra toza, toprağa dönüşüyor. Sonra döner kebabın üzerine…Sinekler de ayrıca katkı sağlıyor.

 Hijyen? Nerede ? Yoksa, at dışkılı kebabta B.. vitamini mi vardır ?

 …………………..

 Bebeklerini sırtlarına bağlamış köylü kadınları…

Demek , onları güvenle bırakacakları bir yakınları yok köyde.

Yanlarında getirmişler.

Köyle Diyarbakır arasını belki bir traktör vagonetinde geçtiler. Toz toprak içinde yüzleri, üst başları…Öyle bol bol, beleş su da yok ki her yerde, yıkasınlar, yıkansınlar. O güzelim bebek gözleri çapak içinde, toz da sanki pudralamış, zamk gibi yapıştırmış  kaşları, kirpikleri.…

Bir kadın Çermik’in o yamrı yumru, fakat bal tadında armutlarından getirmiş.

İzledim bir süre. Değerini bilen alıyor. Kadın, paralar biriktikçe koynuna sokuyor.

Kadın,pazardan alınan sebze meyveyi evlere taşıyan, el arabalı bir çocuğa para verdi.

 “ Lan çağa,” dedi sevinçli ses tınısıyla,” Get şo dükandan iyisinden pisküvit al, gel !”

Çocuk  el arabasını oraya bıraktı, dükkana koştu.

 Birçok kez izlemişimdir: Yumurta satan ana, köye dönerken çocuğu için mama satın alıyor. Yoğurt satan ana, çocuğu için gofret alıyor. Süt satan ana, çocuğu için uyduruk çikolata satın alıyor. Neden? Halk eğitimi yok. Eğitime önem vermemişiz. Beslenme eğitimi hiç yok.

 …………………………………

 Köyden ya da yayladan gelmiş ticari bir araç, küçük bir kamyon.

İçi kara keçi dolu.

Bağrış çağrış indirdiler keçileri,

Ben fırının önünde izliyorum. Sahibi, bir boşlukta onların dağılmasını önlemeğe çalışıyor.

O sırada arsanın yanındaki fırından bir geç çıktı. Üstü başı un içinde. Elinde bir süpürge, başladı keçi dışkılarını süpürmeğe. Ortalık bir anda davarsı davarsı koktu. Havada gübre kokusu, uçuşan kıllar… Genç, işini bitirdi.İçeri girdi. Çuvallara koyulmuş ekmekleri taşıyarak dışarı çıkardı. Bu arada birkaç tane ekmek yere düştü. Genç fırıncı tozunu toprağını üfürerek temizledi (!). Bize bakıp güldü. Sanırım “Nasıl olsa ben yemiyorum bunları” demek istedi. Ekmek çuvalını kamyonetin kasasına yerleştirdi. Sürücüyle bir şeyler konuştu. Araç hareket etti. Kim bilir hangi köye, hangi mezraya gitti o ekmekler ? Onları yiyenler görmediler nasıl taşındıklarını, yolda başlarına ne geldiğini…Afiyetle yediler ekmeklerini…

 Son yıllarda, ev ekmeği yapan mutfak aygıtlarının satışının artması boşuna değil…

 ………………………….

 1964 kasım, aralık…

Üniversite öğrenciliğimizin ilk günleri.

Ankara’nın dağdağasında, gidip de pahalı bir restoranda yemek yiyecek değiliz.

Fakültenin çevresinde küçük aşevleri var. Böyle yerleri tanıyanlar hemen anlatıyorlar.

Öğlen yemeğini , böyle bir yerde yemeğe başladık.

Küçük bir dükkan. Tek kişi çalışıyor. Ve yalnızca kuru fasulye var yemek listesinde. Adam pek güleryüzlü. Doymasak da doymuş gibi davranıyoruz. Çeyrek ekmekle birlikte 2 TL.

Haftanın beş, altı günü oradayız. Öğrencilerin yeğlediği bir yer oluyor orası.

Bir gün, bir arkadaş, usta yemek dağıtırken, perdenin arkasını merak edip bakıyor.

“ Arkadaşlar, bir lavabo, akarsu yok. Tabaklar bir havlu ile siliniyor ve yeniden yeniden kullanılıyor. “

Tepkimizi ortaya koyuyoruz. Bir daha uğramıyoruz oraya.

Gitmek isteyenlere de bu ilkelliği duyuruyoruz,

sağlık koşullarına uymayan aşevini anlatıyoruz.

Adam mikrop satarak, güleryüzüyle,tatlı diliyle bizden para kazanıyor.

Peki, Ankara Belediyesi böyle bir yere nasıl “çalışma izni” verdi acaba ?


Prof .Dr. Emrullah GÜNEY


Yorumlar - Yorum Yaz