• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uchisarlilardernegi

BERHAN AVCI

 

BERHAN AVCI
ÜRGÜP’TEN BİR AYDIN İNSANIN PORTRESİ

 

Hoca, çocuklara boşuna eziyet , boşuna zahmet bu! Bu duvarı siz yaparsınız, ben gece gelir, yıkarım.”

 

Genç öğretmen hayretle, şaşkınlıkla, üzüntüyle bakar genç köylüye.

Hemen hemen aynı yaştadırlar…

Öyle şaka falan da değildir. Ciddi olduğu yüzünden belli.

Doğru öğretmenim. Bu, her şeyi yıkar.”

Öğretmen, öğrencilerine  bakar. Çocuktan al haberi. Doğrudur söyledikleri

Hemen her köyde olan tiplerdendir bu.

Hem hiçbir şey yapmaz, hem hiç  çalışmaz, hem de yapılanlara düşmandır;

onları yıkar, ortadan kaldırır.

 

Öğretmenin adı Berhan Avcı

İlk atandığı yerdir Ceberli Köyü…Şereflikoçhisar’a bağlı.

Kırşehir İlköğretmen  Okulu’nu bitirmiş ve burada göreve başlamıştır.

Kimbilir , ne zaman taşlar toplanmış çevreden, fakat okula bir avlu duvarı yapılmamıştır.

Berhan Avcı, öğrencileriyle bu duvarı örmeğe çalışmaktadır. Daha sonra avluda ağaç, çiçek yetiştirecektir. Bu duvar olursa köyün sığırı sıpası zarar vermeyecektir ekilene, dikilene…

 

İlk izlenim…Olumsuz…

Netmeli, neylemeli ?..

Adını da öğrenir bu işbilmez, işbileni sevmez, yapılanıyıkar kişinin: İrecep

Köyde kimse hoşlanmaz ondan. Kimse sevmez, yolunu değiştirir, selam bile vermez.

Berhan Avcı, okulda, öğretmen Aydın İpek’ten ders görmüştür.

Yılgınlık ne ola ki!

Bir olumsuzluğa neden hemen razı olmalı  ki! Teslim bayrağı çekilmeli mi?

 

Bir gün, çayevinde masasına çağırır. Yarenlik ederler. İrecep’in gözlerinde ilk kez bir sevgi ışığını görür köylüler. Hayret ederler. İrecep de şaşırmıştır. İlk kez bir öğretmen kendisine “adam” değeri vermiş, konuşmaya “tenezzül” etmiştir.

İlk buluşmadan sonra aralarında sıkı bir dostluk başlar.

Fakat, köylüler memnun değildir “gidişat”tan.

Hoca! Dikkat et. Bu yaramaz herif  seni yoldan çıkarır.”

“ Muallim Bey, itin yanına var it kok; misin yanına var; mis kok!”

“ Berhan Bey oğlum, ben köyün imamıyım. Endişeliyim ki bu Recep oğlumuzun sana bir zararı dokanacak.”

“ İşine gücüne bak bire oğlum! Sana hiçbir şey kazandırmaz o oğlanın arkadaşlığı.”

 

Berhan Avcı güler geçer.

Sonra , aralarındaki dostluğun iyice olgunlaştığına inandığı bir gün,

toprağın tava geldiği bir anda duyurur:

Recep dostum, seni İlkokulu Koruma Kolu Başkanı ilan ediyorum.”

Öğretmenin fotograf makinası vardır.  Ve gazetelerle bağlantısı ...

Resmini çeker, bir haber olarak yazar ve İlçe Merkezi’nin tek gazetesine götürür, verir; yayımlatır.

Recep Işık, Ceberli Köyünde İlkokulun ihata duvarını tek başına yaptı.”

 

Artık, bu haberi gördükten ve köye getirilen gazeteyi elde edip, kasketinin içinde gezdirerek, herkese göstermesinden sonra, tutmayın İrecep’i…

 

“ Hocam! Emrinizdeyim. Ne isterseniz, yapmaya hazırım.”

“ Hele otur, çayını iç, sonra düşünelim.”

“ İçim içime sığmıyor hocam. Siz  büyük adamsınız.”

“ Estağfurullah. Çayın geldi, soğumadan iç.”

“ Ne yapalım bundan sonra? Emret hocam!”

“ Duvar bitti. Şimdi avlunun bir bölümü bellenecek. Toprağı hazırlayacağız, sonra selvi dikeceğiz oraya.”

“ Lafı mı olur? Sen emret…Hemen…Ben olmazı olur kılarım…”

……………..

 

Ben,  Göre’den…Berhan, Ortahisar’dan…

Sonra kaderimizde rastlaşmalar olmuş…Ürgüplü ailelere  damad  olmuşuz…

O, Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün kızı Nurten Hanım ile evlenmiş.

Ben, Nüfus Memuru Ahmet Ünlü’nün kızı Hatice Hanım ile  evlenmişim.

 

Öğrendiğimiz bir olay bizi   yakıp yandırmış, içimizi kavurmuştu. Berhan’ın annesi bağdan gelmiş. Sıcak bir yaz günü. Evin kaya damındaki  testiden  çokça, buz gibi su içmiş…Zavallı anne, rahatsızlanıp bu dünyadan ayrılmış…Berhan o zaman çocukmuş daha… Bu olayı Mustafa Güzelgöz amca Kozaklı Kaplıcalarında anlattığı zaman,  gözyaşlarımızı tutamamış, birbirimizden gizlemeğe gerek görmeden, gözyaşı dökmüştük…

 

Kayınpederlerimiz iyi arkadaş… Biz de iyi arkadaş olduk Berhan’la.. Mehmet Sezgin’in kiralık evinde yıllar boyu komşu olduk…Şimdi düşünüyorum da , hiç kırgınlık yaşadık mı, birbirimize hiç darıldık mı diye…Hayır…Avcı ailesinin komşuluğu iyi idi. 1974’te ben Nevşehir Merkez Ortaokulu’ndan Ürgüp Lisesi’ne geçtiğimde, Berhan da Akköy’de ilkokul öğretmeni idi.

 

Bazı günler, geceyarısı kapımı çalar, “Emrullah Hoca, iyi demli çay yaptım. Tek başına içilmiyor, buyur gel, yarenlik edelim” derdi. Derslerim yormuş olsa da, gözlerimden uyku aksa da  çağrıya uymak gerekir. Çünkü, o çağrı son derece içten, temiz…

Hocam, fırında pide yaptırdım. Hem peynirli, hem kıymalı. Çay da hazır. Buyur, gel.”

Bazen de biz çağırırdık onları. Göre’nin ağ paklası gelmiş. Hatice Hanım, annesinin evindeki tandırda pişirmiş. Sıcağı sıcağına…Yanında hıyar,domates,kelek turşusu, üstüne Göre yoğurdu…Tadına vararak, yarenlik ederek  yemeğimizi yerdik…

 

Ürgüp: 1975 Şubat. Ara dinlence (Sömestr)  günlerindeyiz. Göre’ye uğrayan iki İsviçreli turiste bizimkiler yardım ediyor. Babamın evinde konuk oluyorlar. Kardeşim İlhan da benim adımı , adresimi veriyor. Çıkıp Ürgüp’e geliyorlar. Land-Rover güzel arazi arabası var altlarında. Birlikte Avanos, Göreme, Uçhisar, Damsa koyağı köyleri…Gezip dolaşıyoruz. Geceyi de bizim evde geçiriyorlar. Eşimin hazırladığı güzel yemekleri yiyorlar. Öğlenleri Ürgüp lokantalarında yemek ısmarlıyorum. Onlara para harcatmıyorum. Evdeyken,  bir ara, bunlardan biri dedi ki: “ İsviçre’den bir çadır aldık. Fakat, hiç kullanamadık. Kış,kar…İsterseniz size verelim.”  Torbasından çıkardı. Apal, pırıl pırıl parlayan bir çadır. Dört kişilikmiş. Ben zaten uzun zamandır bir çadıra sahip olmayı istiyordum. Dersler bitince Akdeniz kıyılarına gidiyorduk. Oteller pahalıydı. Bir çadırım olursa…Ben çekine çekine, fiyatını sordum. Makbuzunu gösterdi: 500 İsviçre Frangı…Bir an düşündüm. Almalı mıyım? Üst kata çıkıp Berhan’ın kapısını çaldım. Evdeymiş. Anlattım durumu. Yüzü karardı bir an. Geldi aşağıya…Pek iyi bildiği İngilizcesiyle yüklendi konuklara: “Ayıp bu sizin yaptığınız. Evinde konuk olduğunuz bu öğretmen Türkiye’de iyi bilinen bir turizm yazarı, bir kompetan. Size zaman ayırıyor, rehberlik yapıyor ve siz ona basit bir çadırı satmak istiyorsunuz.” Bir soğuk hava esti,

sobanın ısıttığı salonda. Turistlerden biri koridora çıktı. Baktım, ağlıyor. Teselli ettim. Memleketinden uzak, gariban…Bir tuhaf oldum. Berhan bu kez bana konuşuyor: “ Bunlara fazla yüz verme Hocam. Ben bunların ruhunu bilirim. Kimleri tanıdım. Yaptıkları ayıp. Hediye etseler ne olur sanki ?” Turistlere likör ikram ettim. Kendine geldi ağlayan. “ Bu konuşma hiç olmamış olsun, kabul mü?” dedi. Ben “Elbette,” dedim. Çadırı torbasına koydu, ağzını büzdü. Götürüp arabasına yerleştirdi…Berhan’a da likör verdim kahve fincanında. Özür diledi turistlerden. Onlar da tek tek, Berhan’ı kucakladılar, vedalaştılar…Evine çıktı. Haklıydı…Ve biz çadır sahibi olamadık…

 

Berhan bir ara Şahin Kaya’nın Uçhisar-Çardak köyü arasındaki Çubuk adlı yerde bulunan kamping-turistik tesisinde müdürlük de yaptı. Hürriyet Haber Ajansı’nın Ürgüp Muhabiriydi o sırada…Zaman zaman buluşur, konuşurduk. Birbirimize fotograf verirdik. Ben, arabamla, yaz dinlencesi boyunca her yeri geziyordum. Yalnız Nevşehir İli de değil; Kayseri, Niğde, Aksaray…Nerede bir olay var, fotografını çekip Berhan’ a veriyordum. Gazete haberine dönüştürmeği de birlikte yapıyorduk. Doğal ortama, kültür yapılarına verilen zarar, emeğin karşılığını bulamaması…Baraj göllerinde su toplanamaması… Her konu haber değeri taşıyordu…

 

Berhan, öğretmenlikten ayrılmıştı. Her hükümet değişikliğinde eğitimciler sürülme tehdidi yaşıyordu çünkü. Ne var ki, geçtiği diger Bakanlık da farklı değildi. Nitekim 1979-80’de o sırada Turizm Bakanlığı’nda olan Berhan’ı, Malatya’ya gönderdiler. Biz Elazığ’da iken konuğumuz oldu Avcı ailesi ve birkaç gün eski anıları konuştuk…O sırada yaşadığımız beldenin Adliyesi’nde görevli Ortahisarlı Yargıç Mustafa Paççı ailesi de bize geldi. Bol fıkralı , kahkahalı güzel birkaç saat geçirdik…

 

Berhan, bir gün Diyarbakır’a, Fakülte’ye  telefon etti. O anda  dersim yoktu. “ Hoca, sen şimdi Kaymakamlık Makamına bir dilekçe gönder. De ki, Ürgüplü Tarihçi Ahmet Refik Altınay Sempozyumu’nu düzenleyecek tek insan vardır. O da Berhan Avcı’ dır.” Ben bunu zaten düşünüyordum ; dediğini yaptım. Dilekçeyi yazıp gönderdim. Yine bir gün telefon geldi. Sesinde bir yorgunluk sezdim. Kesik kesik, zor konuşuyordu. Kalbinden rahatsızlığını biliyorduk. Ne yazık ki, bu sempozyum düzenlenemedi. Öyle kaldı.

 

Berhan Avcı…

Öğretmen, gazeteci…Her şeyden önce zarif , iyi bir dost…

Herkese “Adamım, Koçum” diye sevgiyle seslenen bir arkadaş, bir kardaş…

Ben, bir olayı onun kadar ince, mizah yönüne ağırlık vererek anlatan kişi görmedim.

Bir fıkrayı onun kadar güzel anlatana da rastlamadım.

Sesindeki ince tını, nasıl incelikliydi.

Nasıl güzel ayarlıyordu, bir olayı dramatize ederken sesini.

Tiyatrosu olan bir beldede yaşasaydı.

Ve diksiyon dersleri verseydi, kesinlikle ilgi çeker, öğrencileri yararlanırdı ondan.

 

Şimdi düşünüyorum da, yaşasaydı  ne kadar mutlu olurdu…

Çocuklarının büyüdüğünü görebilseydi…

Onların meslek sahibi olduğunu, ellerinin ekmek tuttuğunu…

Koray, gene gidebilirdi Amerika’ya…Clear ile evlenip dönebilirdi de…

Dünyalar güzeli, prensesimiz İzabel’i kucağına alıp sevseydi…

Öğrendiği Türkçeyle  o, maviş maviş, sarışın güzel, “Dede” deseydi,

dedesinin yanaklarını öpseydi…

Ve  Nurten Hanım ortada, toplasaydı çocukları yanına ve ben resimlerini çekseydim…

Güray, Koray, Clear, Berhan, İzabel, Nurten, …

Mutluluğun resmi…Işıl ışıl…


PROF.DR.EMRULLAH GÜNEY

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz