• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uchisarlilardernegi

YARDIM

YARDIM…

  
Çalıştığınız kuruma bir hemşehrinin gelmesi sevindirici olaydır.
Güçlenmenizi sağlar…Yarenlik konuları çoğalır…
Muzaffer Semiz’in gelişi de bizde sevinç yarattı.
Daha ilk görüşmemizde sıcak bir yakınlaşma doğdu aramızda.
Odama geldiği zaman kitaplarımı incelerdi:
“ Hocam, anlaşılıyor,Üniversite’de size neden “gezgin,yürüyen  kütüphane” demeleri…”
 
Yüksek Lisans tezi için konu arayışındaydı.
Sonunda, Orhan Hançerlioğlu’nu seçti.
Daha ortaokul öğrencisi iken Hançerlioğlu’nun Ali, Kutu Kutu İçinde adlı romanlarını okumuştum. Hemşehrim, bunları okuyuşuma, belleğimde kalışına da hayret etti.
Coğrafyacı olduğunuz halde, bunca yıldır unutmamışsınız o edebi eserleri,” dedi imrenerek,övgüyle…
Bana Azerbaycan’dan dergiler geliyordu.
Bir edebiyat dergisinde Hançerlioğlu hakkında bir tanıtım yazısı vardı.
Muzaffer Kiril elifbasını bilmiyordu. Oturup Türkiye Türkçesine çevirdim, verdim.
Büyük bir sevinçle aldı, tezinde kullanacağını söyledi.
Epey emek verdi. Yazdı,bozdu…Bozdu ,yazdı. Sonunda temize çekip gönderdi.
Çağrı geldi: Şu gün,şu saatte tezini savunabilirsin.
Gitti. Başarıyla savundu tezini. Kabul edildi.
Dönüp geldi.
İlk kutlayan ben oldum. Çikolata ikram etti;  tadına baktım.
Ben odasından ayrılmadan, aynı daldaki meslekdaşları geldiler, kutladılar.
İçlerinde biri vardı ki, Muzaffer’i kıskanıyordu. Apaçık. Gizlemeğe gerek görmüyordu.
Taa Eğitim Enstitüsü zamanından kalma bir öğretim görevlisi idi o ve bugüne değin ders verme dışında hiçbir lisans üstü çalışma yapmamış, bir makale hazırlama gereği duymamıştı. Öğretmen okulunda nasıl yaşamışsa Enstitü döneminde de, Fakülte çağında da aynı yaşamı sürdürmüştü.
“ Yav, Orhan Hançerlioğlu kimdir ki! Onunla ilgili yüksek lisans tezi mi olurmuş. Adam Türkiye masonlarının başı. Müşrik’i Azam diyorlar ona. Sonra, yazdıklarının da, kitaplarının  öyle edebi bir kıymeti yoktur ki. Yazar kıtlığında, Yaşar Nabi Bey, kitaplarını Varlık yayınlarından çıkarmış;o kadar…”
Ben bunları Muzaffer’e anlatmadım.
Pek yaygın olan dedikodu ortamına malzeme vermek istemedim.
Aradan  birkaç ay geçti. Muzaffer doktora tezi için başvurdu.
Tezinin konusu belirlendi:  Tanpınar’ın yaşamı,sanatı,edebi değeri…
Kitaplığımda çok sayıda kitap vardı Tanpınar hakkında.
Bu konuda ilk çalışma değildi elbette, son çalışma da olmayacaktı.
Ne var,ne yok götürüp verdim. Tanpınar,benim sevdiğim bir yazardı,şairdi.
Özellikle 5 Şehir, Türkiye Coğrafyasının edebiyatla sentezi gibi idi.
Yaşadığm Gibi kitabındaki denemeleri harika idi. Mektupları olağananüstü bir edebi değer taşıyordu.
Bir araya her gelişimizde konu yalnızca Tanpınar idi artık.
Yazdığı bölümleri bana veriyordu Muzaffer, okuyup düşüncemi söylüyordum.
Coşkuyla, sevinçle sürdürdü çalışmalarını.
Sanırım 2 yıl denli zaman geçti. Tezini bitirdiğini bildirdi.
Yine yanıt geldi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’nden. Şu gün, şu saatte gel;tezini savun.
Heyecanlıydı hemşehrim.Biraz da korkuyordu. Tanpınar uzmanı idi yarkurul üyelerinden kimileri.
Ben “Bunca emek verdikten sonra,korkma!  Ortaya güzel bir çalışma çıkardın. Değerini anlayacaklardır,” diyordum. Umutlanıyor, sevincini belli ediyordu öyle anlarda.
 
Gitti; tezini savundu ve Dr unvanı almış olarak dönüp geldi.
Yine ilk kutlayan ben oldum. Odasında çikolata yerken,yine aynı kişiler akın ettiler.
Aynı zat-ı muhterem girdi içeri ben çıkarken.
Tezin konusu belli olduğu zaman bana demişti ki: “Tanpınar kim Muzaffer kim yahu ! Prof Dr Mehmet Kaplan hocamız, Zeynep Kerman Hanım, Birol Emil Bey ve daha birçokları Tanpınar’ın incelenmedik yerini bırakmadılar. Bursa Belediyesi de Onun eserlerini Külliyat olarak yayımlamış durumda. Muzaffer’in yazdıklarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.”
Ben bu sözleri de ona aktarmadım.
Sanıyordu ki, bölümünde ayrılık gayrılık yok, herkes kendisini pek sevmekte…
…………………
 
Sıcak bir haziran günü.
Yaprak kımıldamıyor. Çölden gelen sıcak hava yakıp kavuruyor ortalığı.
Fakülteden dönmüşüm. Havuzbaşı biraz serin olur. Saat 19…Sıcak hava etkisini yitirmiştir. Biraz yürüyeyim, serin havada oturur bir de limonlu soda içerim , diyordum.
Havuz çevresinde masalar düzenleniyordu. Garsonlarda bir gayret, bir gayret.
Ne oluyor? Şef garsondan açıklama geldi. “Sizin Fakültede Muzaffer Semiz var ya. Doktor olmuş da, onun kutlaması varmış. Kusura bakmayın, bu akşam konuk alamayacağız.”
Bir an , hala etkisini yitirmemiş sıcak havada donup kaldım.
Demek, doktor unvanı alması nedeniyle bir şölen veriliyor.
Ve muhterem hemşehrim bizi davet etme gereği duymuyor.
Dalgın, üzgün eve dönerken aynı bölümdeki o meslekdaşı içeri giriyordu, sırıtarak…
Hani hem yüksek lisans,hem doktora çalışmaları için “güzel(!) sözler söyleyen o “hoca”(!)…
İçimden alıp veriyorum…”Aferin sana bay Semiz” diyorum.” Kutlarım. Bir kat üstte odan. Her gün benim odamın önünden geçiyorsun. Bir haber verme gereğini duymadın. Önemli olan yeme içme değil; vefa duygusu…Demek ki, Vefa yalnızca bir semt adı olarak kalmış İstanbul’da.”
Sonra kendi kendime diyordum ki: “ Sen kimsin bre Hayrullah Kuzey! Hemşehri…Hic önemli değil. Tarikatın ne? Şeyhin kim? Bir söz vardı üniversitede “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” Sen Bay Semiz ile aynı tarikattan değilsin ki. Ne umuyordun ya? Hiç kızmağa, darılmağa hakkın yok. Peki, tezlerin için söz söyleyenlerle aynı tarikat azası mısın sen? Değil…Başka şeyler var işin içinde…”
İşte böyle…Tanışıklık, hemşehrilik, dostluk, yardımlaşma…
Neymiş önemli olan ?

                                                                                                                      Diyarbakır 2000

 


Yorumlar - Yorum Yaz