• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/uchisarlilardernegi

SEMED VURGUN

SEMED VURGUN :

AZERBAYCAN TÜRKLÜĞÜNÜN,KAFKAS ELLERİNİN   ULUĞ  ŞAİRİ

 

 

Dr Emrullah Güney *

Coğrafya Öğretmeni

emrullahguney@gmail.com

 

 

Çoh keçmişem bu dağlardan,

Durna gözlü bulaglardan;

Eşitmişem uzaglardan

Sakit ahan arazları

Sınamışam dostu, yarı...

 

El bilir ki sen menimsen,

Yurdum, yuvam, meskenimsen,

Anam, doğma vetenimsen !

Ayrılar mı könül candan ?

Azerbaycan, Azerbaycan !

 

Men bir uşag sen bir ana,

Odur ki , bağlıyam sana:

Hankı semte, hankı yana

Hey uçsam da yuvam sensen

Elim , günüm, obam sensen !

 

Feget senden gen düşende,

Ayrılıg  menden düşende,

Saçlarıma den düşende

Boğar aylar, iller meni,

Gınamasın eller meni.

 

Dağlarının başı gardır,

Ağ örpeyin  buludlardır.

Böyük bir keçmişin vardır;

Bilinmeyir yaşın senin,

Neler çekmiş başın senin.

 

Düşdün uğursuz dillere,

Nes aylara, nes illere,

Nesillerden nesillere

Keçen bir şöhretin vardır;

Oğlun, gızın bahtiyardır.

 

Hey bahıram bu düzlere,

Ala gözlü gündüzlere;

Gara hallı ağ üzlere

Könül ister şe’r yaza,

Gençleşirem yaza-yaza...

 

Bir terefin behr-i Hezer,

Yaşılbaş sonalar gezer;

Heyalım dolanar gezer

Gah muganı, gah Eldarı,

Menzil uzag, ömür yarı !

 

Sıra dağlar, gen dereler,

Ürek açan menzereler...

Ceyran gaçar,cüyür meler,

Ne çohdur oylağın senin !

Aranın, yaylağın senin.

 

Keç bu dağdan , bu arandan,

Astaradan, Lenkerandan.

Afrikadan, hindistandan

Gonag gelir bize guşlar,

Zülm elinden gurtulmuşlar...

 

Bu yerlerde limon sarı,

Eyir, salır budagları;

Dağlarının dumağ garı

Yaranmışdır garlı gışdan,

Bir sengerdir yaranışdan.

 

Lenkeranın gülü reng reng,

Yurdumuzun gızları tek.

Demle çayı , tök ver görek

Anamın dilber gelini !

Yadlara açma elini.

 

Sarı sünbül bizim çörek,

Pambığımız çiçek  - çiçek,

Her üzümden bir şire çek

Seher-seher açgarına,

Güvvet olsun gollarına.

 

Min Gazah’da köhlen ata,

Yalmanına yata-yata,

At gan-tere bata-bata

Göy yaylaglar beline galh,

Kepez dağdan Göy göle bah !

 

Ey azad gün, azad insan,

Doyunca iç bu bahardan !

Bizim hallı halçalardan

Ser çinarlar kölgesine,

Algış güneş ölkesine !

 

Könlüm keçir Garabağdan,

Gah bu dağdan, gah o dağdan;

Ahşam üstü goy uzagdan

Havalansın hanın sesi,

Garabağın şikestesi.

 

Gözel veten ! Me’nan derin,

Beşiyisen gözellerin !

Aşıg deyer  serin-serin,

Sen güneşin gucağısan

Şe’r, senet ocağısan.

 

Ölmez könül, ölmez eser,

Nizamiler, Fuzuliler !

Elin gelem, sinen defter,

De gelsin her neyin vardır,

Deyilen söz yadigardır.

 

Bir dön bizim Bakıya bah

Sahilleri çırag-çırag,

Burugları haygırarag

Ne’re salır boz çöllere

Işıglanır her dağ dere.

 

Nazlandıgca serin külek

Sahillere sine gerek,

Bizim Bakı, bizim ürek !

Işıgdadır güvvet sözü,

Seherlerin ülker gözü.

 

Gözel veten ! O gün ki sen

Al bayraglı bir seherden

İlham aldın...Yarandım men

Gülür torpag, gülür insan

Goca Şergin gapısısan !

 

Azerbaycan güzellemesi ile başladık söze. Şairin yurduna duyduğu derin sevgi her sözcükte somutlaşıyor.

 

1905-1955 arasında yaşamış,  Kafkas ellerinin büyük , üretgen şairi Semed Vurgun adını ilk kez nerede gördüm ? İlk şiirini nerede okudum , tiryakisi oldum , vuruldum,vazgeçemez oldum  !

 

Azerbaycan Tebieti Mühafize Cemiyeti Sedri  Coğrafya Profesörü Merhum Hesen Eliyev’in

Heyecan Tebili adlı bir eseri vardır. 1986’da büyük bilgin eserini bize imzalayıp göndermişti. Doğa korumacılar, ekoloji ile ilgilenenler bu kitabı okumamışlarsa, bildikleri noksan kalır. Üstad, bu eserinde  Yaşıl Ciyer adlı bölümde dünya genelinde ve Azerbaycan özelinde ormanları ele almaktadır.  Burada şu cümleler beni derinden etkiledi :

 

Gocalar negl edirler kilap bu yahın keçmişe geder  Garabağ, Mil, Mugan ve Şirvan düzenliklerinde addımbaşı ceyran sürüleri ile rastlaşırmışlar. Bes, onlar indi niye görünmürler ? Ne üçün tebietin bu nadir heyvanlarını indi , nece deyerler, eli çıraglı daahtarıp tapmag mümkün deyil ?Neye göre Muganda onların nesli tamam kesilmişdir ?”

 

Bunun sebebini birinci növbede , ganunsuz ov etmekde ahtarmag lazımdır. Çünki ovçu bizde  , ümumiyetle , bir növ azad  nişançıdır. Harda istese nişan alır, ne könlüne düşse vurur. Böyük şairimiz Semed Vurgun “ Mugan “ poemasında çoh yerinde ve gözel demişdir :

 

Ovçu, insaf eyle, keçme bu düzden,

O çöller gızını ayırma bizden.

Goyma ağrı keçe üreyimizden,

Gıyma öz ganına boyana ceyran,

Ne gözel yaraşır Mugana ceyran !  “

 

AŞIG GARDAŞIMA

 

Gel gelem götürüb, goşa saz tutag,

Süsenler, sünbüller, güller bizdedir ;

Geceler goynuna ay gonag gelen

Sonası çığrışan göller bizdedir.

 

Bizim dünyamızda gülür gözellik,

Deyir bu mahnını bülbül ve keklik.

Yazın seher vahtı güllük, çiçeklik,

Ürek serinleden yeller bizdedir.

 

Elleri sevmişdir könlüm ezelden,

Ne çıhar uydurma şe’rü gezelden ?

Aldım ilhamımı min bir gözelden,

Ucu ter cığalı teller bizdedir.

 

Aşıg, bu yerleri sen heber alsan,-

Ayıldı dünyanın şöhreti insan.

Zülmün, garanlığın gebrini gazan

Kürekler, külüngler, beller bizdedir.

 

Ne hoşdur ellerin şirin avazı,

Güldü ölkemizin çiçekli yazı,

Şairin gelemi, aşığın sazı,

Bülbülü mat goyan diller bizdedir.

 

Bu yeni alemi duydugca ürek,

Göyler de sevinir gülümseyerek ;

Bir böyük bağ olur her şitil, tenek,

Bu guran, yaradan eller bizdedir.

 

                                                    1938

 

GÜLE – GÜLE

 

Maral çıhdı dağ döşüne

Seher vahtı güle-güle,

Sol elile sağ döşüne

Bir gül tahdı güle-güle.

 

Bilerziyi ağ altundan,

Yere düşdü göy atından...

Ala gözler gaş altından

Süzüb ahdı güle-güle...

 

Dedim : “ Ay gız, nedir adın ? “

Dedi : “ Menem, gözün aydın ! “

Dedim : “ bize dost olaydın ! “

Dönüb bahdı güle-güle.

 

Dedim : “ Aydır, gündür üzün ? “

Dedi : “ Meni dindir özün ! “

Geldi cavan ömrümüzün

Terlan bahtı güle-güle.

 

Ay dolandı, il dolandı,

Unuduldu eşgin andı.

O verdiyi sözü dandı,

Daşa çahdı güle-güle.

 

                                      1942

 

DAŞSALAHLI GENÇLERE

 

Gelin size söhbet açım üreyimin sözünden...

Yene könlüm pervaz eyler bu dağları görende.

Men öpürem ağ birçekli anaların üzünden,

İnsan ömrü cavan galar e’tibarı görende.

 

Bu yerlerin zinetidir ayın, günün camalı,

Bir deryadır dünya görmüş ataların kamalı;

İnsan oğlu yarandığı veteninden kam alı...

Ömür gelib yaşa dolar düz ilgarı görende.

 

Bu torpağın her daşında bir igidin adı var,

Goy kesmesin ayağını bu dağlardan ilk bahar.

Unudulmaz el yolunda canı gurban olanlar,

Veten mülkü abad yaşar vefaları görende.

 

Men isterem güneş kimi yansın elin çırağı,

Yer üzünün her yanından gelsin onun sorağı,

Hüner olsun her dastanın evvelinci varağı,

Var ol, deyek, merd sifetli ruzigarı görende.

 

Goy çirmesin igidlerin külüng vuran  golları.

Parıldasın güzgü kimi bizim kendin yolları;

İnsan oğlu algışlasın al geyinmiş baharı,

Yaratdığı bol dövleti, bol da varı görende.

 

Ahıb gelsin her gapıya Damçılının bulağı,

Cerge cerge gatar vursun üzüm bağı, nar bağı;

Gapımızdan kesilmesin gonagların ayağı,

Ev sahibi utanmasın dostu, yarı görende.

 

Goy bağ olsun, bağat olsun gapımızın dörd yanı,

Seher-seher güne bahsın evimizin eyvanı...

Dile düşsün kendimizin bu behtiyar dövranı,

Bülbül kimi ceh-ceh vurag çemenzarı görende.

 

Bahar vahtı seher tezden pencereler açılsın,

Üreklere yaz gününün gözel etri saçılsın.

Seadetin şerefine teze şerbet içilsin,

Hesteler de şefa tapsın ilk baharı görende.

 

Kendimizde ne çirk galsın ne öskürek, ne azar;

Goy bahanda üze gülsün suvanılmış divarlar.

Boynumuzda ana yurdun öz atalıg haggı var,

Goy baş eysin gencliyimiz ataları görende...

 

Şirin keçsin ömrümüzün  her saatı, hem demi;

Dünyasından murad alsın her könülün hemdemi.

Goy yamyaşıl mehmer geysin her biçenek, her zemi;

Körpe ceyran düze gelsin subasarı görende.

 

Pencereden baş uzatsın otaglara sarmaşıg,

Üze gülsün her selige, her şeydeki yaraşıg;

Gelinlere te’rif desin her hanende, her aşıg,

Telli sazı, yastı neyi, bir de tarı görende.

 

Men isterem günden-güne taleyimiz ağ olsun,

Her kefiniz, her neş’eniz, damağınız çağ olsun.

Men yazanı öz elile yaradanlar sağ olsun,

Bahib-bahıb dastan goşum bu gülzarı görende.

 

                                                                           1942

 

DAĞLAR

 

Bineleri çadır-çadır

Çoh gezmişem özüm, dağlar !

Güdretini sizden aldı

Menim sazım, sözüm, dağlar !

 

Maral gezer asta-asta,

Enib geler çeşme üste.

Gözüm yolda, könlüm sesde,

Deyin, nece dözüm, dağlar ?

 

Her obanın bir yaylağı,

Her terlanın öz oylağı;

Dolaylarda bahar çağı

Bir doyunca gezim, dağlar !

 

Gayaları baş-başadır,

Güneylere tamaşadır.

Gödek ömrü çoh yaşadır

Canım dağlar, gözüm dağlar !

 

Bir gonağam bu dünyada,

Bir gün ömrüm geder bada ;

Vurgunu da salar yada

Düz ilgarlı bizim dağlar.

 

                                          1942

 

 

ALA GÖZLER

 

Yene gılıncını çekdi üstüme

Gurbanı olduğum o ala gözler.

Yene cellad olub durdu gesdime

Gelem gaş altında piyala gözler.

 

Başımdan getmişdi sevdanın gemi,

Heyalım gezirdi bütün alemi.

Bu dustag könlümü, deyin, yenemi

Çekdiniz sorguya, suala, gözler ?

 

Sevde yolçusuyam ezel yaşımdan,

Könlüm ayrı gezir can sirdaşımdan ;

Dağıdır huşumu alır başımdan

Süzülüb gedende heyala gözler.

 

Gerdenin minadır, boyun tamaşa,

Ay da hesed çekir o gelem gaşa.

Bir cüt ulduz kimi verib baş-başa

Yanıb şö’le salır camala gözler.

 

Menim sevgilimdir o gözel peri,

Goy üze vurmasın keçen günleri,

Men gedir bilenem ezelden beri,

Sizinle yetmişem kemala, gözler.

 

Cahanda her hökmü bir zaman verir,

Dünen dövran süren bugün can verir.

İller hestesiyem, yaram gan verir,

Siz meni saldınız bu hala, gözler.

 

                                                    1940

MEHEBBET İLHAMA ÇAĞIRIR MENİ

 

Yene de yam-yaşıl geyinir dağlar,

Göz kimi durulur gaynar bulaglar.

Eriyir güneyler döşündeki gar,

Yağış da isladır o göy çemeni,

Tebiet ilhama çağırır meni !

 

Ürek dil açır ki, sönmemiş odum,

Hücuma başlayır menim söz ordum...

Könüller mülkünde min yuva gurdum,

Unutmaz alemde seven seveni,

Mehebbet ilhama çağırır meni !

 

Görürem, dan yeri yene sökülür,

Göyden yer üzüne nurlar tökülür.

Zemiler, tarlalar üzüme gülür,

Gözümde saralır sünbülün demi...

Bu ne’met ilhama çağırır meni !

 

Men yaranmamışam göyler övladı,

Ezel şöhretimdir torpağın adı...

Bu eşgim çohuna gismet olmadı,

Şairim  aç, payla söz hezineni,

Şe’riyyet ilhama çağırır meni !

 

O kimdir külüngü dağ kimi vurur...

Keçici bayrag da yanında durur.

Görürem, o yeni bir dünya gurur,

Loğmanlar yazacag bu gerineni,

Bu hikmet ilhama çağırır meni !

 

Car çekir çarhların çahnaşıg sesi,

Gızır baltaların polad pencesi,

Yatmayır Muganın, Milin gecesi...

Seslenir Vetenin çölü, çemeni,

Bu güdret ilhama çağırır meni !

 

Çöllere min deste gençler gelir...

De, Kürden, Arazdan neçe gol gelir?

Ay eller, Muganın ili bol gelir,

Sehralar emr edir : - yaz bu sehneni,

Bu töhmet ilhama çağırır meni !

 

Boz dağın goynunda bir deniz vardır,

Çinarlar sahilde gatar-gatardır.

Hemdemim lepeler, göy dalgalardır,

Uçur gayıgların ipek yelkeni,

Bu sür’et ilhama çağırır meni !

 

Aynabend evlerin eyvanı serin,

Yuyunur goynunda al şefeglerin.

Her batan ahşamın, doğan seherin

Hüsnü salamlayır min pencereni,

Seadet ilhama çağırır meni !

 

Şirvanda sayrışır bağlar-bağatlar,

Şenlikler yanında kişneşir atlar,

Ahır goşun-goşun eller, elatlar,

Elile keşf edir her defineni,

Bu senet ilhama çağırır meni !

 

Mugana su gelir Mile su gelir,

Ahışıb öz eli, ulusu gelir...

Torpağa insanın arzusu gelir..

Bağrıma basıram ana Veteni,

Bu ülfet ilhama çağırır meni !

 

Ürek dil açır ki,sönmemiş odum,

Hücuma başlayır menim söz ordum...

Könüller mülkünde min yuva gurdum.

Unutmaz alemde seven seveni,

Mehebbet ilhama çağırır meni !

 

                                                   1948

 

ŞAİR NE TEZ GOCALDIN SEN !

 

Bülbül olub düşdüm bağa,

Nale çekdim sola, sağa,

Sesim düşdü min budağa,

Susdu çemen...dindi gülşen:-

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Könül verdim min ahşama,

Pervane tek yandım şama...

Gözümden yaş dama-dama

Şam da dile geldi birden

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Meclislere düşdü yolum,

Gençlik oldu sağım , solum

Dedim yatıb rahat olum...

Sual gopdu her ürekden :-

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Tüfeng alıb çıhdım ova,

Doğdu güneş, güldü hava,

Ceyranları gova gova,

Cavab geldi güllelerden : -

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Kende getdim...bir ağ birçek

Gucagladı meni görcek.

O ağladı bir ana tek...

Dedi :-kaş ki, öleydim men,

Şair, ne tez gocaldın sen?

 

Geribedir : üzü arsız,

Şahta gelbi ilk baharsız...

Eşgi, sözü e’tibarsız

“ dostlarım “ da deyir be’zen :-

Şair, ne  tez gocaldın sen !

 

Viran könlüm varag-varag...

Esdi hezan, düşdü yarpag.

Ana veten, ana torpag

Bir ah çekdi sinesinden :-

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Polad sinem, döz bu derde,

Güneş batmaz ilk seherde...

İnsan donlu iblisler de

Bahib mene deyir gesden :-

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Gartal olub ganad açdım,

Zamanları keçib aşdım,

İnsanlardan uzaglaşdım,

Seda geldi yerle göyden :-

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

                                            1944

 

ŞAİR NE TEZ GOCALDIN SEN !

 

Ne’metse de gözel şeir,

Şair olan gem de yeyir.

Ömür keçir bu adetle,

Uğurlu bir seadetle.

Gören meni nedir deyir:

Saçlarına düşen bu den ,

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Dünen mene öz elinde

Gül getiren bir gelin de

Gözlerinde min bir sual

Heykel kimi dayandı lal...

O behtever gözelin de

Men  ohudum gözlerinden :

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Ovçuluğa meyil saldım,

Gece gündüz çölde galdım,

Dağ başından enib düze

Bir oh kimi süze – süze

Neçe ceyran nişan aldım :

Cavab geldi güllelerden :

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Be’zen uca, be’zen asta,

Ötür sazım min sim üste.

Andı yalan, eşgi  yalan,

Dostluğu da rüşvet olan,

Ürek yıhan bir  iblis de

Üzevari deyir herden :

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

Saç ağardı, ancag ürek

Alovludur evvelki tek.

Saç ağardı, ancag ne gem !

Elimdedir hele gelem...

Bilirem ki, demeyecek

Bir sevgilim, bir  de Veten :

Şair, ne tez gocaldın sen !

 

                                             1953

 

NİZAMİ

 

Yoğruldu bütün varlığın ümmidle hünerden,

Şimşek kimi keçdikce garanlıg gecelerden,

Her kelimeni, her şe’rini bir top kimi atdın,

Sevda yuhusundan bizi vahtında oyatdın.

Hoş geldin, ezizim, gelişinden ana yurdu

Dünya evine bir yeni söz gurdun...

Keçdikce nesiller o senin söz çemeninden,

Eller, obalar ders alacagdır hele senden.

Ölmez bu gözel aleme idrakla gelenler,

Me’na evinin sirrini vicdanla bilenler,

Sensen ebediyyet dediyim sevgili dildar,

Daşlarda, çiçeklerde, üreklerde adın var.

Aydanmı, güneşdenmi yarandın, de, nedensen?

Halgın gözü de, gelbi de, vicdanı da sensen.

 

                                                                   

                                                                        1939

 

 

ARAS ÇAYI SINIR OLUR MU?

 

Aras ırmağı Azerbaycan topraklarını sular. Doğu Anadolumuzun Bingöl Dağlarının kuzeyindeki bir çok pınardan çıkan sular birleşir, Erzurum yakınlarında doğuya doğru akar gider. Yine Ardahan yaylasının karlı sularıyla gıdalanan Kura Çayı da bizden sonra Gürcistan’dan geçer, Azerbaycan toprağına girer, akar akar ve Hazar Denizi’ne ulaşmadan önce Aras ırmağı ile birleşerek , yarattıkları bir deltadan Azerbaycan Halkının Kuzgun Denizi, Bahri Hazer, Kaspi Denizi dediği Hazar Denizi’ne dökülür.

 

Kura çayına Azerbaycan halkı Deli Kür adını da verirler. Bu ırmak üzerinde Mingeçavur Sututarı ve Deryacası ortaya çıkmıştır.

 

Günümüzde Aras ırmağı İran ile Azerbaycan Respublikası arasında sınır  çizmektedir.

Bu, Rus Çarlığı ile İran Şahlığının aldığı bir kararın sonucudur.

Bu, doğal bir sınır değildir.

 

Tarih 22 şubat 1828’dir.

Bu, Azerbaycan tarihini, coğrafyasını temelinden değiştiren uğursuz bir sulhnamenin tarihidir.

Rus ordularının komutanı Paskeviç ile İran şahı Abbas Mirza arasında imzalanan sulhname  ile Aras ırmağının kuzeyinde kalan toprakların Ruslara ait olduğunu İran yönetimi kabul etmiş olmaktadır.

İran orduları ile Rus orduları arasındaki savaşlardan en çok etkilenen , en çok zarar gören

Azerbaycan halkı olmuştur. Bütün bu  olaylar  Türk kabileleri arasında büyük heyecanlara,

Yerleşme düzenini kökünden değiştiren göçlere yol açmıştır.

 

Bu tarihten sonra  Şimali Azerbaycan’da ağır bir Rus etkisi;  Cenubi Azerbaycan’da da yoğun bir Acem etkisi kendini göstermeğe başlamıştır. Öyle ki, bir zamanlar Kafkasya’daki Önasya’daki iki büyük Türk kültür merkezi olan Baku ile Tebriz halkı birbirini anlayamaz hale getirilmek istenmiştir.

Fakat, Çarlık Rusyasının bütün baskılarına karşın, Baku direnmiş ve köklü kültürel birikimini geliştirmeyi sürdürmüştür. Sovyet döneminde de aynı durumu görüyoruz. Milletçi olarak suçlanan pek çok ziyalının 19337lerde  ortadan kaldırılması Baku’nun, Azerbaycan kentlerinin kültürel gelişmesine büyük zarar verse de, Kuzey Azerbaycan’ın varlığını, öz benliğini koruduğunu görüyoruz.

 

Benzer gelişmelerin Güney Azerbaycan’da olduğunu söylemek zordur.

 

Farisi etki Kaçarlar döneminde olduğu gibi Pehlevi ailesinin şahlığı zamanında da sürüp gelmiştir.

 

Şimdi üstadın, Güney Azerbaycan’a duyduğu derin özlemini dile getirdiği şiirini okuyalım.

 

KÖRPÜNÜN HESRETİ

 

Araz gırağında dayandı gatar,

Ele bil gelbim de dayandı bir dem...

Sıhlaşdı göydeki seyrek buludlar,

Deyesen, başıma dolandı alem.

 

Başlar uzanmışdır pencerelerden,

O taya...o taya bahışır hamı.

Yanımda sevgilim ağlayır herden,

Deyir ki, “ ah, Araz, tut ilticamı,

Menim Sara bacım indi hardadır ?

İyirmi ildir ki, uzaglardadır “.

 

Araz dağlar yarıb, gayalar delir,

Zamanın fikri tek ahır sür’etle.

Gayalı dağlar da salama gelir,

Ele bil baş eyir ona hörmetle.

 

O tayda gördüyüm çardaglı damlar

Heyalı küsdürür bu kainatdan.

Gezir kend yanını seyrek adamlar,

Sanki baş götürüb gedir heyatdan...

 

Heyetler bomboşdur, gapılar bağlı,

Evler üz döndermiş biri-birinden,

Torpag nale çekir sinesi dağlı,

Bir tüstü galhmayır ocag yerinden.

 

Kendin üstündese bir gebristanlıg

Gerg olur göylerin göz yaşlarına.

Yaşaran gözlerim bahır bir anlıg

Eyilmiş, yıhılmış baş daşlarına.

 

“ Gayalı dağı “ da duman  almışdır,

O dünya görmüşdür...Yahşı bah ona !

Ne geder cenaze yola salmışdır

Bir şeher boydakı o gebristana...!

 

( Ah, ürek duydugca bu sehneleri,

adetim olmuşdur alışıb yanmag.

Yangına düşmüşdür könlüm şeheri,

Böyük bir derd imiş şair yaranmag ! )

 

Şairim ! Bu sözler galsın bir yana,

Yaş ötür...gayıtma ric’etlere sen !

Bir şe’r bağışla Azerbaycana,

Araz üstündeki bir daş  körpüden !

 

Gurmuş bu körpünü bir me’mar eli

Baş-başa çatılmış tağlar üstünde.

Hilgetden yaranmış onun temeli,

Dayanmış gayalar, dağlar üstünde.

 

Kim bilir neçedir, körpünün yaşı,

Şahidi min bahar, belke min gışdır!

Feget bir kerpici, sade bir daşı

Hele öz yerinden oynamamışdır...

 

Toplar, tophanalar keçmiş üstünden,

Hele daş sütunlar durur vügarla.

Körpü Araz üste düşdüyü günden

Şir kimi döyüşür sert dalgalarla.

 

Üzüne gün düşüb, şefeg gülende

Kerpici bir yagut kimi gızarır.

Üstüne dağlardan duman gelende

Sert gayalar kimi o da bozarır.

 

Deyirler, gış ağır gelende tek-tek,

Körpünün üstünde tar bağlayır gar.

Garanlıg yol  salır yerden göyedek,

Bir canavar kimi ulayır ruzgar.

 

Gözüm körpüdedir...Dayanmış gatar,

Ele bil, sahlayır o bizi gesden.

Hanı zıngırovlu – yüklü karvanlar ?

Bir guş da keçmeyir körpünün üstden...

 

Ahşam geribliyi dağlardan enir,

Sakit derelere bir  hesret çökür.

Araz gah parlayır, gah kölgelenir,

Be’zen de hıçgırır o hönkür-hönkür.

 

Gözüm körpüdedir ...Dayanmış gatar,

Ele bil o gesden sahlayır bizi.

Körpünü basmışdır yabanı otlar,

Ne cığır görünür, ne ayag izi...

 

Kim bilir, kim bilir, ne vahddan beri

Bir insan keçmeyir bu daş körpüden.

Ele bil, yol çekir onun gözleri,

Feget ne gelen var, ne de bir geden.

 

O kimdir? Gözüme görünür bu dem ?

Kimdir o ihtiyar ? Heyaldır, nedir?

Yoh, yoh, o ne heyal, ne efsanedir,

Gördüyüm insandır, gözlerinde gem...

 

Çatıb gaşlarını körpüye bahir,

Gelbinde dağ boyda sözümü vardır?

Başından tüstüler, dumanlar galhır,

Cansız elleri de gabar-gabardır...

 

Bildim, o me’mardır...O yaradandır.

Yahın gel, ohucum, bah ellerine !

O, Araz üstünde heyli zamandır

Ağlayır har olmuş emellerine...

 

Kim bilir, kim bilir, ne vahtdan beri

Bir insan keçmeyir bu daş körpüden.

Ele bil yol çekir onun gözleri,

Feget ne gelen var, ne de bir geden...

 

                                                         1948

 

LEZGİ GIZI

 

Eteyini çirmeyerek

Samur çaydan keçende sen,

Hefif-hefif esen külek

Öpdü senin gül üzünden...

 

Könül dedi : dayan bir az,

O dilberin seyrine dal;

Dedim tora yahın durmaz

Ovçu görmüş ürkek maral.

 

Açdı heyal yelkenini

Samur çayın baş bendine,

Ürek dedi : bağla meni

O gözlerin kemendine.

 

Gelib çıhdın sen sahile,

Ayağını öpdü çemen.

Ne men geldim, ne sen dile,

Bu da keçdi ömrümüzden...

 

Sen ömrünün genc yaşında

Addımını saya-saya

Gelib keçdin dağ başında

Tüstülenen bir komaya.

 

Ürek galdı yana-yana,

İlk görüşden ayrıldıg biz,-

Galdı ayag izlerimiz...

 

                                         1939

 

SAMUR ÇAYI

 

Aylar, iller ilham alır bu füsunkar gözelden,

Bir tamaşa yaranmışdır onun boyu ezelden.

Bugün menem Samur çayın sahilinde dayanıb

Bu canana öz sinemden söz dastanı düzelden.

 

Garlı dağlar gucağından şırıl-şırıl süzülen,

Çemenlerin ayağına inci kimi düzülen,

Sahillerde güzgü kimi şefeg salan büsatın

Sağlığına söz tutarag söz deyirem indi men!

 

Samur çayı salam verir bizim ağır ellere,

Öz suyunu şerbet kimi o paylayır çöllere;

Dümsükleyib tebieti yuhusundan oyadır,

Algış onun yahasında tarih yazan ellere !

 

Samur çayı bu dağların eteyinden keçende,

Gayaların ayağını gılınc kimi biçende,

Şirin olur yolsöhbeti, yol ocağı, yol üstü

Ağır eller dağ döşünden gışlaglara köçende.

 

                                                               1939

 

YADA SAL MENİ

 

Aşıg Şemşir , Delidağdan keçende

Keklikli daşlardan heber al meni.

Ceyran bulağından gızlar içende

Saz tutub, söz goşub, yada sal meni.

 

Hay vurub, gıy vurub, ses Sal dağlara,

Gözeller oylağı göy yaylaglara.

Menim bu derdimi de oylaglara-

Sinemden ohladı bir  maral meni.

 

O ceyran bahışlı bahdı uzagdan,

Canımı odlara yahdı nahagdan,

Yüz il de dolanıb keçse o vahtdan

Unutmaz alemde ehli-hal meni.

 

Gelmişem gezmeye sizin dağları,

Bahim yaylaglara doyunca barı.

Bu yere şairin düşdü güzarı,

Gözel garşıladı hoş igbal meni.

 

Beht meni bu yere gonag gönderdi.

Gedirem, yamandır ayrılıg derdi;

Deme Semed Vurgun geldi-gederdi,

Unutmaz bu oba, bu mahal meni...

 

                                                         1955

ALA GÖZLER

 

Yene gılıncını çekdi üstüme

Gurbanı  olduğum o ala gözler.

Yene cellad olub durdu gesdime

Gelem gaş altında piyala gözler.

 

Başımdan getmişdi sevdanın gemi,

Heyalım gezirdi bütün alemi.

Bu dustag könlümü, deyin, yenemi

Çekdiniz sorguya, suala , gözler ?

 

Sevde yolçusuyam ezel yaşımdan,

Könlüm ayrı gezir can sirdaşımdan ;

Dağıdır huşumu alır başımdan

Süzülüb gedende heyala gözler.

 

Gerdenin  minadır, boyun tamaşa,

Ay da hesed çekir o gelem gaşa.

Bir cüt ulduz kimi verib baş-başa

Yanıb şö’le salır camala gözler.

 

Menim sevgilimdir o gözel peri,

Goy üze vurmasın keçen günleri,

Men gedir bilenem ezelden beri,

Sizinle yetmişem kemala, gözler.

 

Cahanda her hökmü bir zaman verir,

Dünen dövran süren bugün can verir.

İller hestesiyem, yaram gan verir,

Siz meni saldınız bu hala, gözler.

 

                                                       1940

 

 

DAĞLIK KARABAĞ

 

Kafkasya, Ortadoğu, Balkanlar.. Avrasyanın jeopolitiğinde bu üç bölge tarih boyunca daima büyük rol oynamıştır. Britanya İmparatorluğunun 3 B ( Basra-Baku-Batum ) üçgeni planını günümüzde ABD üstlenmiş  görünmektedir. XIX. Yüzyıl başlarında Azerbaycan’da hanlıklar vardı. Gence Hanlığı, Kuba Hanlığı, Şeki Hanlığı, Şirvan Hanlığı, Hoy hanlığı, Tebriz Hanlığı, Erdebil Hanlığı, Halhal Hanlığı..

Osmanlı Devletinin doğu sınırları zaman zaman bu hanlıkları da içine alacak şekilde çiziliyordu. 4. Murat Han’ın Revan seferinde günümüz Ermenistan’ı ve Şimali Azerbaycan’ın, Cenubi Azerbaycan’ın büyük bölümü Osmanlı egemenliğine girmişti. Fakat XIX. Yüzyılda Osmanlı’nın etkisi azaldıkça kuzeyden Rus baskısı artıyordu. Kuzeyden sarkan Çarlık Rusyası ordularına karşı  İran’daki Nadir Şah ‘ın orduları savaşıyordu.

 

Fakat İran şahları da Azerbaycan’a rahat vermedi. Öte yandan hanlıklar kendi aralarında da sürekli bir savaş halindeydiler. Bu kargaşa ortamında Çarlık orduları hanlıkları birer birer ele geçirmeğe başladı.

1805’de Gence Hanlığı Rus ordularına geçit vermedi. Cevat Han, bir nefer gibi döğüştü , şehrinin kalesini savundu ve şehit düştü. Günümüzde hala Gence Hanı Cevat Beyin kahramanlığı halk destanlarında yaşamaktadır.

 

Karabağ Hanlığı 1822’de Rusya’ya katıldı. Cavanşir Beylerinin egemenliğindeydi o zaman.

Dağlık Karabağ’ı üstad Semed Vurgun şöyle anlatıyor 1940’daki bir yazısında şöyle diyordu :  Garabağ gözeldir. Onun keçilmez dağlarını, galın ve ayag deymemiş meşelerini, dağ sellerini ve şeffaf bulaglarını Azerbaycan şairleri öz şe’rlerinde az terennüm etmemişler. Uca dağların döşünde Şuşa şeheri düşmüşdür. Şuşa neinki özünün gözel tebieti, yüksek poetik ve ahengdar kulturası ile de şöhret tapmışdır. Şuşanı ebes yere musigi ve poeziyanın beşiyi adlandırmırlar. Demek olar ki, Azerbaycan’ın bütün meşhur ohuyanları ve çalanları Cabbar Garyağdıoğlu, kompozitor Üzeyir Hacıbeyov, Bülbül, meşhur tarçalan Gurban Primov ve bir çoh başgaları Şuşa’da doğulmuşdur..”

 

Hurşid Banu Natevan Hanım Karabağ Hanının kızı idi. 1837’de Şuşa’da anadan oldu.Babasının yerine hanlığı üstlendi. Meclisi Üns adlı bir edebi derneği düzenli olarak topladı. Dağlık Karabağ’ın bütün işleri bu toplantılarda görüşülür, kararlar alınırdı. Natevan Hanım, Hanlığını geliştirmek istiyordu. Okullar açtı, hastaneler yaptırdı, sulama kanalları açtırdı. Fakat, çıkarına dokunduğu bazı derebeyleriyle de ömrü boyunca çatıştı. Hanlığın ileri gelenleri Natevan Hanıma uygun bir damadı Karabağ’dan bulamayınca Kuzey Kafkasya’dan bir bey oğlu getirdiler. Ne damat Karabağ’ı sevebildi, ne Natevan hanım mutlu olabildi. Damat, doğduğu diyarı özlüyor; sık sık memleketine gidiyordu. Hele , bir oğlunun gözleri önünde eridiğini gördükçe Natevan hanımın isyan duyguları şiirlerine yansıyordu.

 

Üstadı dinleyelim : “ O, esas e’tibarile lirik şairedir. Natevanın bütün yaradıcılığı XVI esrin dahi Azerbaycan şairi Füzulinin te’siri altında olmuşdur. Talantlı ve hessas şaire, necib insan olan Natevan, o vaktin feodal Azerbaycanında hukuksuz kadının ve ananın ağır veziyyetini derinden duyurdu. Şiirlerinde böyük insanın güsse ve kederi var :

 

Zemane saldı eceb möhnetü melale meni,

O mahrudan irag verdi gem zavale meni.

 

Başga bir şe’rinde o bele yazırdı :

Ne men olaydım ilahi, ne de bu alem olaydı!

Ne de bu alem era dil mügeyyedi-gem olaydı !

 

Şairemizin bu acı setirlerinde feodal dünyasının düşünce ve hiss adamlarına ne geder darlıg etdiyini görürük. Onların kederi ictimai edaletsizliye garşı, insanın köleliyine ve onun leyagetinin alçaldılmasına garşı olan protest formalarından biridir.

 

Natevanın yaradıcılığında uşaglara olan böyük ana mehebbeti tez – tez tenennüm edilir. Şaire vahtsız ölmüş oğlunun taleyi üçün acı göz yaşları ahıdır :

 

Yanar canım oğul, daim senin nari-ferağında,

Nece pervaneler herdem yanar şem’in ayağında,

Güli-ruyin havasile çıhır eflaka efganım,

Olur bülbül nevası gül feragü iştiyagında.

Senin veslin heyaliyle gözü-könlüm gezer daim,

Ki, çün, Mecnuni- sergeşte, gezer Leyla sorağında.

Ne hali-gametin zikri menim virdi-zebanımdır,

Demadem naleyi-gumri olur servin budağında.

O şirin leblerin şövgi, günü-günden olub efzun,

Eger Ferhad tek yüz il dolansam hicr dağında.

Herisem bes ki, ol Şirin zebanın zikrine, herdem

Olur hoş nitgli tuti şeker olsa demağında. 

 

………………………………………………………………….. Ürgüp-Temmuz 2014’ Diyarbakır Ekim 2014..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  • Dr E      Güney- Sosyal Alanlar Eğitimi, Coğrafya Bilimi profesörü.
  • Dicle      Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü      bilimsel etkinlikleri kapsamında 2004 yılı 24 Kasım günü konferans olarak      verilmiştir.

Yorumlar - Yorum Yaz