İKİ ŞEHİD AĞITI
Yağmurlu Burun’da beni gördüler
Mehmet olduğumu orda bildiler
Anama babama haber verdiler
Yağmurlu Burun’da kaldı den, varın
Kâfirler elinde öldü den, varın
Davar geldi şu tepeye dayandı
Mehmet oğlan al kanlara boyandı
Şapkalı da kollarımı bağladı
Kırmalı da ciğerimi dağladı
Yağmurlu Burun’da kaldı den, varın
Gâvurlar elinde öldü den, varın
Yağmurlu Burun’da bir çifte mezer
Anam ağlar da bağrını ezer
Bağrını ezmeden el kızı sezer
Yağmurlu Burun’da kaldı den, varın
Kâfirler elinde öldü den, varın.
Gece yanar Kızılcin’in feneri
Yağmurlu Burun da yolun kenarı
Anamdan bacımdan yok mu yanarı
Yağmurlu Burun’da kaldı den, varın
Kâfirler elinde öldü den, varın
Silahımız olmadığın da sezdiler
Cingidaşınan kafamızı ezdiler
Yağmurlu Burun’a mezerimizi kazdılar
Yağmurlu Burun’da kaldı den varın
Gâvurlar elinde de öldü den, varın
Ahbaplarım da odalarda oturur
Bacılarım da ağıdımı yetirir
Meryem Gelin de kâkülünü yatırır
Yağmurlu Burun’da öldü den varın
Kâfirler elinde kaldı den varın
1935–40 yılları arasında Suvermez Köyünün tek öğretmeni olan Babam Şükrü Güney derlemiş bu ağıtı. Bu köyden çok aşık çıkmış. Onlardan biri de Aşık İsmail. Söylendiğine göre ağıtı o yazmış. Ağlaya ağlaya okur, köylüyü de ağlatırmış. Düğünlerde bile ağıt söylenirmiş.
Babam,İstiklal Harbi sona erdiğinde 9 yaşındaymış. Nevşehir’in, kilisesi görkemli Rum Mahallesi’nde tanıdık aileler varmış. Dedem Hüseyin Çavuş da severmiş bazı Rumları. Dostlukları ileriymiş. Palancı, terzi, pabuççu, fırıncı, dövenci…Rum zanaatkarlar…Sanatlarını en iyi yolla, dürüstçe yaparlarmış. En iyi müşterileri de İslam halk.
İki Şehit Ağıtı’na gelelim…
Zaman pek belirgin değil. Ulusal Bağımsızlık Savaşı yılları olabilir. Ulukışla’da trenden inen ve Misli ovasından geçerek Kızılcin (Özyayla) köyüne giden iki asker olabilir şehit edilenler. Cana kıyanlar da yörenin, Rum gavuru denilen silahlı Ortodoksları ( Palikarya ).
Yunanistan Osmanlı’dan ayrılıp bağımsız devlet olunca Anadolu’nun ortasındaki Ortodoks Türkleri bile Helenleştirmek için misyonerler, rahip adı altında şovenist Grek öğretmenleri göndermeğe başladı. 1050’lerden beri yan yana yaşayan İslam ve Hıristiyan halk, aynı dili, Türkçeyi konuşuyor; birbirlerinin inancına saygı gösteriyor, bayramlarını birlikte yapıyorlardı. Fakat özellikle 1830’dan sonra durum değişti. Balkan yarımadasından Bizans İmparatorlarının buyruğuyla göç ettirilerek Anadolu içlerine yerleştirilen Peçenek, Uz Türkleri Hıristiyan’dı. Fakat 1050’lerden ve özellikle 1071’lerden sonra Asya’dan, Acem diyarından gelen Türkleri de konuk kabul ettiler. Yan yana yaşadılar… Özellikle 15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu İzmir’e çıkıp da Ege Bölgemizi, Marmara Bölgemizi, İç Batı Anadolu’yu ele geçirip de Polatlı-Haymana çizgisine dayandığı zaman Nevşehir’de, Sinason’da, Cemil’de, Eneği’de, Zile’de, Ürgüp’te, Melegübü’de, Kayseri’de, Develi’de ,İncesu’da Ortodoks halk, sanki Helenmiş, sanki Grekmiş gibi, gelenleri, gelecek olanları sevinçle karşılamaya hazırlandılar. Taşkınlıklar yaptılar. Gösteriler köylerin, beldelerin İslam halkını derinden yaraladı. Oysa, bu insanlar Türkçeden başka bir dil bilmiyorlardı. Rahipler bile Grekçeyi kilisede, ayin sırasında kullanıyordu. Türkçe Anadolu’nun ortak diliydi. 22 Gün 22 gece sürenSakarya Melhame-i Kübrası bir dönemeç oldu Türk tarihi için. Britanya destekli Yunan Ordusu geçemedi Polatlı-Haymana çizgisini. Mukaddes belde Ankara’ya ulaşamadı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni basamadı, ağababaları İngilizlerin İstanbul’da Meclisi Mebusan’da yaptığı, Malta’ ya taşıma gibi mebusların elini kolunu bağlayıp bir Ege adasına sürgüne gönderme planları iflas etti.
Sakarya Meydan Savaşı’nın etkisi Ortodoks halk üzerinde derin bir düş kırıklığı oldu.
Oysa evlerde kızları, kadınları aklı, göklü, haçlı Grek bayrağı dikmiş, hazırlamıştı. Kapadokya’yı işgal eden kumandana,, en güzel kızları bunu armağan edecekti. Çünkü o ordu bir “kurtarıcı” sayılıyordu. Kurtarıcı değil “batırıcı” oldular.
Düşlerini gerçekleştiremediler. Sakarya tepeleri kanlı bir ekmek gibi elden ele geçti. Bir günde 90 zabit, 900 nefer şehit verdik. Fakat Ankara yolunu Yunan ordusuna açmadık.
Sakarya’nın tepelerinde Alagöz Köyü’nde Türk Ali Ağa’nın evini karargâh yaptı TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa. “Hattı Müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. Ve o satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı kanla sulanmadıkça terk edilemez.” Ve bu dönüm noktasında büyük buyruğunu verdi : Tekalifi Milliye. Ölüm kalım savaşında malın mülkün ne önemi var ki? Anadolu insanı varını yoğunu, evinde barkında ne varsa verdi ordusuna. Çünkü son vatan parçası elden gitmek üzereydi. Varoluş ya da yokoluş…
Sakarya Meydan Savaşı kolay kazanılmadı…
13 Eylül 1921 günü Yunan Ordusu perperişan, Sakarya’nın batısına çekildi. TBMM orduları da bitik, yorgundu. Kaçanları izleyemedi. Büyük zafer için bir yıl daha hazırlık yapmak gerekiyordu.
O günlerden bize, ağıtlar kaldı.
Yürek burkan, insanı ağlatan ağıtlar…
Gençliğini yaşayamadan, delikanlılığına doyamadan canına kıyılan Anadolu çocuklarının ağıtları…
Prof.Dr.Emrullah GÜNEY